Ömrü
hayatı boyunca deniz kıyısında yaşayıp deniz yüzü görmemiş çocuğa
benzetelim beni. Hemen köşede müzik market olmasına rağmen gidip bir
mızıka almak için onca sene beklemişim. İlginçtir, akustik gitarlarla
uğraşıyorum. Bilmem gerekirdi, evet bilmem gerekiyordu. Tenezzül mü
edemedim yoksa salak mıydım meçhul. Yaşayan bir erkeğin sahip olması
gereken şeyler arasında. Çakmak, not defteri, kağıt paralar
ve kol düğmeleri olması gerektiği gibi, sol cebinde bir mızıka
bulunmalı. İlla yaşaması da gerekmiyor bu adamın. Yani beni mızıkam,
gitarım ile gömün. Şu bloga yazı yazarken, yayın oluşturma sayfasının
bembeyaz bir sayfa olması ne denli keyifli bilmiyorum. Siyah veya
kahverengi desenli bir tema daha chill olabilirdi. Tabi ilk iş içinde
armonika olan şarkılara göz attım, kulak verdim, denedim oldu. Güzel
oldu. Bundan sonra yaslanırım bir ağacın gövdesine cebimde parlak, 10
delikli bir tanrı. Ellerimde ahşap gövdeli ve dişleri 6 telli eşi .
Akustik gitarla mızıkanın beraberliğinin, kebap-şalgam, zeus-hera,
finn-jack veya kek değil-kekstra ya benzetebiliriz birbirlerini hem çok
severler, hem çok yakışırlar, hemde çok güçlü bir ikilidir. Sabaha kadar
dinlenir. Sonra sabah olur, günaydın denir. İyi müzik.
Ama
konumuz bu değil, konumuz yok paraya aldığım mızıkam ve bundan sonraki
hikayesi. Bilmem, başına bir şey gelmediği sürece daha fazla yazı
yazacağımı sanmıyorum onun hakkında buraya. Mesela bisikletten
düşebilir. Veya su kaçar, su kaçınca fön makinesiyle kurutmak
gerekiyormuş. Evet, bu kadar. Dünya üzerine bi mızıka daha fazla
övülmemiştir sanırım. Çok övmedim, az da olsa içtendi. Sevdiğim şeyler
listesindeki yerini de aldığına göre size veda edebilir artık. Nasıl mı
? http://www.youtube.com/watch?v=CdcqdQroQ2w&feature=related
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder