Y

.

11 Mart 2013 Pazartesi

Küllerim

 

 
 Antredeki dolabı silmeyeli uzun zaman olmuştu, ilaçlarımı mutfaktan alıp dönerken fark ettim. Zaten sevmediğim bir dolaptır, sürekli çatırdar durur. Onu da suçlamamak lazım. Yirmi senedir orada çatırdamayı bekliyordu. İki katlı evimin çatı katındaki odada kırılmayı bekleyen küçük pencere gibi. O kadar normal bir biçimde kırılmıştı ki, normalliğinden dolayı tamir etme ihtiyacı bile duymadım. Kırılıp düşen parçasının yerinden içeri sızan güneş ışığı her gün tam karşıdaki çekyatımın bir parçasına yansımış, rengini soldurmuştu.
Bu yüzden pencereyi de sevmez oldum.
 
  Hiç oturup düşünmemiştim gençken bu günleri. Çok eskiden pek bir şey ifade etmiyordu yaşlılık. Huysuz herifler, teyzeler gibi görünüyordu hepsi. Belki bana gösterilen kısmı böyleydi ya da ben de şuan aksinin tekiyim. Bunu idrak edeli uzun zaman oldu diyebilirim. Çoğu şeyi idrak edeli uzun zaman oldu desem daha doğru olur. Çünkü yaşlılık, sahte engellerin, oyalanılan gerçeklerin yok olduğu; hayata dair neredeyse her şeyin açıklığa kavuştuğu bir dönem oldu bana göre. Yaşlılığı, yaşlı bir adamdan dinlemek kadar tatlı ve heyecansız bir şey yoktur. Biraz bahsetmek gerekirse, yaşama gözlerini açan, hiçbir şey bilmeyen küçük bebek büyür, gelişir ve hayatın sonunda artık çok şey bilen bir bebeğe dönüşür. Daha sonrasında maddi dünyayı terkeder. Çayımı içmeden ölmeye hiç niyetim yok, en iyisi gidip ocaktan alayım.

  Kendi adıma inandığım bir söz vardır, birileri söylemiş ama onu da hatırlamıyorum ki işte "Yaşlanmak bir daha tırmanmaya benzer; çıktıkça nefesin daralır ama ufkun genişler." gibi bir şeydi. Oğlumun da hoşuna gitmişti ona ilk söylediğimde. İlk tepkisi - E zaten sizin her zaman nefesiniz daralmıyor mu? olmuştu. Yaşlılara has gülümsememi takınıp - Nefesim daralıyor olabilir ama dağın zirvesinde olan benim ve burdan öyle görülüyor ki senin daha çok tırmanman gerek. diyip omzuna elimi koydum. Bakışlarımdan her şeyi anlayabilecek bir çocuk o. Eminim söylemek istediğimi çok net kavramıştı. Onu soracak olursanız o da gayet iyi şu anda, bana haber vermediği kötü bir şey varsa orasını bilemem. En iyi yatırımım diyebilirim oğlum için. Kendi kendine gelişen, büyüyen bir yatırım. Bir süre sonra kendi yatırımlarını yapacak olan. Devri daim durdurulamaz sonuçta. Devri daimin bir parçasıyken, devamlılığının sağlanması da benim elimde. Yetmiş yaşında bir babalığa göre iddialı konuştum öyle değil mi? 
 
  Bundan altı sene önce eşimi kaybettim. Ölümlere üzülmeyi çok önceden bırakmıştım zaten. Kollarında ve ellerinde kahverengi lekeler vardı. Güneş lekeleri işte, pek mühim değil. Lekelerini de seviyordum ben onun. Şimdi fotoğrafları ve kıyafetleriyle yetiniyorum. Önce aşkı, ardından alışmayı, ardından alışmakla aşkı beraber tanıdığım kadın. Herkes birilerini sevdi etrafımda, ben de çok sevdim, sonra birer birer göçmeye başladılar. Şimdi çocuklarımı ve torunlarımı seviyorum. Beni üzen kısmı da karımın, onun da gitmesiydi. Hiç yaşlanmayacakmışız gibi başladığımız çoğu heycanın sonunun sallanmayı bile unutmuş bir sandalyede olacağını göremedik. Bu konudan fazla bahsetmek istemiyorum.
    
   Uzun iş hayatımda hiç çok yorulmadım bu son aylarda yorulduğum kadar. Onca sene eskitememişti yüzümü, bu günlerde eskidiği kadar. İdare etmeye çalışıyorum yine de, salondaki buğday rengi duvarları önce daha açık bir renge boyattım geçen sene. Pek bir şey farketmedi çünkü salona yaklaşık geçen seneden beri girmiyorum. Yatak odasındaki tuvalet aynasına dokunmadım, üstünde parfümleri ve tarakları hala duruyor. Kimyasal bilmemnelere uğramamış mı bu parfümler? Odamız hala o kokuyor, belki de burnum çok eskide yaşıyor hala. Bundan memnun değilim diyemem. Ben de neredeyse tüm diğer yaşlılar gibi, şimdiki anı geçmişte yaşayıp, geleceği tatsız bir özlemle bekleyen buruşuk suratlılardanım. Şu anın benim için önemi yok, tabi ilaçlarımın vakti gelene kadar. Çayımın yarısı bitmiş bile, şu ilaçları bu gün içmeyeceğim.
 
     Beni anlayabilmeniz için dağın tepesinde olmanız gerekmiyor. O kadar da özenilen bir şey olmadığını pek tabii biliyoruz yaşlılığın. Her şeyle dolu bir hayatın her gün hatırlandığı, bazı şeylere değil her şeye özlem duyulan bir şey. Özlem duymayı gençlikte bırakabilsek o yine iyi. Bırakamadım ben, diğerleri gibi. Böyle bahsedince sanki tamamen farklı bir canlı türü gibi algıladınız biz ihtiyarları. Hepinizin nihai sonucu bizleriz. Sizler, gençler, orta yaşlılar de bizlerin nihai gençliklerimizsiniz. Biz yaşlılar da gençtik, sizin gibi neredeyse her şeyi yaşadık. Siz de yaşlı olmayacakmış gibi yaşayın. Bizler de öyle yaptık. Bundan memnun olup olmadığımı bile hatırlamıyorum.

    Antredeki dolabı silmeyeli uzun zaman oldu. Her şeyi kapının arkasındaki dünyada bırakalı ise daha uzun. Büyük evin tek odasını sevmeye başlayalı ise çok daha uzun. Her sabah yine yüzümü yıkıyorum, ekmeğimi getiren çocuğa  harçlığını veriyorum. Çayımı demleyip, önceki gün uyurken uyuyakaldığım kitabımın sayfalarını çeviriyorum. Rutine bağlanmasından hoşnut değilim de diyemem. Yapacak daha iyi bir işim yok. Şimdi kitabı sağ tarafımdaki eski masaya bıraktım, sallanmayı bile unutmuş sandalyemde hafif salınımlarla tek bir fotoğraf olan duvara bakıyorum. Her hatıra ile aynı kefeye koymadığım kişiyle başbaşayız yine. Sanırım çayım bitti.