Y

.

26 Nisan 2019 Cuma

ayrılmak.

  Kuzey cephesinin gerisinde kurulan karargahın mutfağı ne kadar küçükse de fırında balık pişirebilecek kadar genişti. Hava epey soğuktu ve rüzgar uzaklardaki bombardımanın sesini gizlemek istercesine uğulduyordu o akşam. Oscar ve Toby, bölüğün diğerlerinden biraz uzak, tepelerindeki lambanın cılız ışığı altında ise birbirine yakın iki iskemlede oturuyordu.





  -Bu yediğimiz şey balıksa şu masa sana girsin Toby. Gerçekten de kaplumbağa veya başka bir şey gibi tadı.
  -Nesi var lan? Mis gibi balık işte oh!
  -Bu bir balık değil Toby, bu bir tür yastık kılıfı.
  -Eeeh yemiyorsan bana ver madem.





   Toby için yediği şeyin balık olup olmaması önemli değildi. Bir şeyin yenilebilecek olması yeterliydi, o sadece yerdi. Eline bir tahta parçası bile tutuştursanız mutlaka yiyebileceği bir kısmını bulurdu. Bu huyu birçok kez başını belaya soksa da, zor zamanlarda çok kere yardımcı olmuştu.





   -Kolejden beri senin kadar boğazına düşkün adam görmedim vallahi Toby. Buna rağmen nasıl da inceciksin.
   -Metabolizmam hızlı benim olum, her şeyi hızlıca yakarım. Biz afro-amerikalılar fazla enerji harcarız Oscar'cığım.
   -Yatak konusunda da böyle her yola gelen bir adamsan alt ranzayı sana devrediyorum Toby'ciğim.
   -Öyle yağma yok!



   Oscar'ın yutkunmaları yavaşlarken bakışları pencereden uçtu ve ufuktaki bir noktaya daldı. Kızıl alevden parlamalar yaratan havan toplarını izledi donuk gözlerle.Bu çapraz ateşin binlerce canı aldığını bilirdi. Boğuk da olsa patlamaların sesleri ancak birkaç saniye sonra ulaşıyordu karargaha. Böyle manzaraları izlerken etrafındaki her şey bulanıklaşırdı. Gördüğü şeyin kızıllığının ne kadar vahşi olduğunu bir kez daha hatırlardı. Vahşetin rengi kırmızı mıydı oysa?



  -Bir, iki, üç, dört, beş, ... bum! Her defasında tutturuyorum sesin buraya geleceği zamanı Oscar.
  -Bu çok da karmaşık bir durum değil Toby, saymayı bilen herkes bunu yapabilir.
  -Sus köpek! Bunun hesap gerektiren bir tarafı da var. Ses hızının saniyede aldığı mesafeyi falan bulacaksın da ohoo.
  -Toby fizik mezunuyum.
  -Tamam patron. Ayrıca geçen hafta ayağından vurulan eleman enfeksiyondan gitmiş. Keşke kafasından vurulsaymış zavallı.
  -O ne demek Toby, delirdin mi?
  -Kafandan vurulmak, ayağından vurulmaktan daha az acı verir Oscar.







***





  -Oscar
  -Efendim Toby
  -Abinden haber var mı?
  -Yok.
  -Hiç merak etmiyor musun lan?
  -Ediyorum da ne yapayım ki? Kendi bileceği iş. Damien kaçmak istedi ve kaçtı, bu beni o kadar da alakadar etmiyor.
  -Haklısın haklısın. Boşver zaten gerçekten abin bile değildi.
  -O ne demek? Babamın oğlu işte. Annelerimiz farklı.
  -Babanın oğlu ama aynı zamanda annenin oğlu değil. Çok garip anasını satayım!
  -Toby bazen o kadar malca konuşuyorsun ki sana inanamıyorum.
  -Hayır yani nasıl olabilir. Babanın karısı ama aynı zamanda annen değil falan, tuhaf.
  -Boşver abimi, senin kızdan ne haber? Bozuk mu sana hala?
  -Okulda ne iyiydik oysa hatırlıyor musun onunla? Mektuplarda bile tartışmaya çalışıyor benimle şimdi. Son gönderdiğime de cevap gelmemiş zaten.
  -Bence o kızın bazı problemleri var Toby. Konfor alanına çok düşkün. Bak sana lisedeki kız arkadaşımı anlatmışım, o da böyleydi. Azıcık rahatsız olsa bir şeylerden, yaygarayı koparırdı.
  -Bilmem çok da düşünmemeye çalışıyorum. Hem geri dönebileceğimiz bile kesin değilken böyle olması daha iyidir belki de.
  -Yine bok gibi konuşuyorsun Toby. Senin bu olumsuzlamalarına deli oluyorum.
  -Seni annen olumlasın Oscar. Savaştayız ve kendimi kandırmıyorum.
  -İyi geceler Toby.
  -Nayt nayt Oscar.





   Alt ranzanın manzarası ise üst ranzanın demirleriydi Oscar için. Uyuyamamıştı, babasının oğlu olan ama aynı zamanda annesinin oğlu olmayan abisini düşünüyordu. Doğrusunu mu yapmıştı? Bir anlık cesaretle bırakıp gitmişti birliği Damien. Aranıyordu elbette, yakalanırsa sonunun ne olacağını yalnızca Tanrı bilirdi. Doğru olanı yaptığına olan inancı, bu eylemi gerçekleştirirken bir an bile tereddüte düşürmemişti onu. Oscar için abisi ve bu davranışı her zaman kafa karıştırıcı sorularla anılacaktı.





  -Toby uyumadıysan sana bir şey soracağım.
  -Uyudum Oscar, ama sor.
  -Zoruna gitmiyor mu burada kalmak? Sürekli yaklaşıyoruz sınıra farkındasın bunun değil mi?
  -Bunu sorgulamak için biraz geç kalmadın mı Oscar? Bak ben böyle şeyleri konuşmayı bıraktım artık. İlk başlarda çok yapardık bunu hatırla. Üzerine konuşunca daha iyi olmuyor. Ne olup biteceğini beraber göreceğiz.
  -Biliyorum ama ben artık hangi hayatım gerçek ayırt edemiyorum. Ne ara oradaydık ve ne ara buradayız? Hiç çocuk olmamış gibi hissediyorum bazen. Biz bir aralar çocuktuk değil mi Toby?
  -Evet öyleydik Oscar. Özellikle sen çok ağlak bir çocuktun eheh.
  -Orduya alındığımızdan bu yana kendimde bazı şeylerin köreldiğini hissediyorum.
  -Ağlayacak mısın oturup yoksa? Konuşmak istemiyorum anla şunu.
  -Tamam.


  Oscar düşüncelerinde haksız değildi. O sevgiyle büyütülmüş bir çocuktu. Güzel gördüğü çiçeklerden bir tane koparmazdı, izleyip yoluna devam ederdi. Notlarını yüksek tutup iyi bir akademisyen olmak için çalışırken, şimdi hayalini bile kuramayacağı bir yerde sefil ve rutubetliydi hali. Körelmiş miydi bu hisleri artık? Elbette körelmişti. Kolundaki açık yarayı sarmayı öğrenmişti. Hayvanları avlamayı da öyle. Ne bulursa yemeliydi ve ne görürse öldürmeliydi. Yine de taburuyla çıktığı keşif devriyelerinde yolda gördüğü çiçeklere basmazdı, yanından geçerdi.



***





  Gecenin karanlığı ve ıslanmış toprak kokusu tüm karargahı doldurmuş, bu harabe yapının pencerelerine gerilen kumaşlardan biri, içerideki havayı döndürsün diye de azıcık açık bırakılmıştı. Uykuyla uyanıklık arasında gidip gelenin sadece kendisi olmadığına emindi Oscar. Uyku tutmayan diğer erler ve ateş böcekleri de vardı orada. Ateş böcekleri ne güzeldi. Soluna dönüp yarı açık pencereye doğru daldı bakışları. Evinde olduğunu hissetmeye çalıştı. Güzel yatağında rahat bir gece geçirecekti öyle yaparsa. Göz kapakları yavaşça kapanırken halinden memnundu.

  Sabahın sessizliğini bölen ilk gümbürtü tam tepelerindeki çatıda koptuğunda başından vurulmuşa döndü. Toparlanmakla, ranzasında uyumaya devam etmek arasında o kadar kaldı ki, gecikti muhtemelen. Çünkü Oscar için, gördüğü rüyaların gerçekliği her zaman uzun gecelerine farklı bir tat katardı.

  -Bu bir rüya değil, bu tam isabet bir havan topu. Diye geçirebildi içinden son anda.

  Ne mühimmat, ne kask, ne de başka bir şeyini dahi alamadan fırladı yatağından Oscar. Toby ondan önce fırlamış olacaktı ki yıkılmak üzere olan binanın bahçesinden sesleniyordu ona.

  -Seni koca götlü hergele. Buraya gelmen ne kadar daha sürecek? Lanet olsun Oscar seni bekleyeceğim diye ölmem mi gerekiyor?
  -Geldim Toby koş sen.
  -Gerçekten de öldüğünü falan düşündüm burada kahretsin Oscar.
  -Gerçekten de kahretsin Toby.


   Nereye gittiklerini bile bilmeden sadece koşuyorlardı. Havada uçuşan uzuvlar mı daha dramatikti yoksa şarapneller mi? Havan toplarının düşeceği yerleri kestirmek o kadar zordu ki, önce şeytani  vızıltısı, sonrasında bir, iki, üç ... bum!

   -Ben şuradaki çukura gireceğim sen de buradakine gir Oscar! diye inledi Toby.

  Topların açtığı çukurlardan birine girseler, oraya tekrar düşmeyeceğini umarlardı. Öyle öğretilmişti eğitimlerde. Soluk soluğa koşarken, bunun nasıl bir gerçeklik payı olduğuna dair kısa bir matematiksel hesap yaptı Oscar kafasından, Toby bunu yapamazdı.


  -Çok saçma çok çok çok. Diye inledi Oscar da hesapları sonucunda. Çünkü mantıksızdı. Elbette bir top aynı yere ikinci kez düşebilirdi.

 Toby bu inlemenin sebebini hayatı boyunca bilemeyecekti ve o an bunu sorgulamak için en uygun an değildi. Toby, Oscar'ı geride bırakıp ilerideki çukura atladığında Oscar'ın tek seçeneği ilk çukura atlamaktı.

 Atladığı ilk çukurda bir başka erin cesediyle veya cesedinden geri kalanıyla karşılaştı. Afallamadı, hesaplarının sağlamasını yapan bu görüntü karşısında sadece sustu ve çömeldi. Çukurdaki erin önceki hayatını, ailesini ve ideallerini düşünmeye mecali dahi yoktu. Herkes gibiydi artık. Kendisi de herkes gibiydi, ne eksik ne fazla. Çukura dolan kan Oscar'ın her yanını kaplamış, sıcaklığı rahatsız edici derecedeydi. Açık gökyüzü yavaş yavaş toz ve dumanla kapanmaya başlıyordu. Gökyüzüne baktığı bir rüya olmasını isterdi bunun.

 -Bacağımı tutmasana ulan! Çe-çe-çenesinin yarısı yok bu adamın Oscar!

Haykırışı duyuldu ilerideki çukurdan. Şoka uğraşmış bir askerle aynı yere girmişti Toby anlaşılan.  Bir an "Neyse acıkırsa onu da yer" diye düşündü Oscar müzipçe.

  Önce vahşi bir vızıltı duyuldu. Oscar saydı bu kez Toby yerine, bir, iki, ... bum! Yanlış hesaplamıştı aslında. Bir saniye önce gelmesi sonucu değiştirmezdi. Delik deşik olmuş bedenindeki acıyı hissetti önce Oscar, sonra uzuvları üzerindeki kontrolünü kaybetti, mayıştı ve son yıldızı gördü üzerinde parlayan.


***


  Gördüğü rüyaların gerçekliği Oscar'ın gecelerine her zaman farklı bir tat katardı. Soğuk gecelerde sıcak iklimleri, sıcak yaz gecelerinde ise serin rüyalar görürdü. Bilinçaltının ortama verdiği mental bir tepki olarak yorumlardı bunları. Eski kız arkadaşının olduğu, bazen de çayırlarda uzanıp göklere baktıklarına ayrıca bayılırdı. Abisiyle geçirdiği yaz tatillerinden kesitleri içeren rüyaları ise en sık gördükleriydi. Denizden korkardı gerçi Oscar.





  -Sen de gelsene Oscar!
  -Ben yüzme bilmem ki abi!
  -Olsun çok da derin değil, gel ayaklarını sokarsın.
  -Ayaklarımı sokayım derken biraz açılırsak boğuluruz bak!
  -Geel ben tutarım seni.
  -Tamam geliyorum. Su sıcak, öyle değil mi?



  Bu sefer denize girdi Oscar. Tüm vücudunu kaplayan sıcaklığın yoğunluğuyla gözlerini kapattı. Suyun dışından gelen patlama sesleri şimdi daha da boğuktu ama o, orada tek başına sıcacık bir plazmanın içinde rahat ve güvendeydi.