tag:blogger.com,1999:blog-48811618047293086362024-02-06T23:57:51.148-08:00Blogk ManifestoUtku Aktaşhttp://www.blogger.com/profile/16016146507165820699noreply@blogger.comBlogger37125tag:blogger.com,1999:blog-4881161804729308636.post-59308412880570867282021-07-08T20:20:00.002-07:002021-07-08T20:56:03.180-07:00yazılara isim bulmak yasaklansın<div>Güle güle kardan adam, seneye görüşürüz. Burnunu yiyebilir miyim? </div><div><br /></div><div>***</div><div><br /></div><div><br /></div><div>Beni motivasyon saçmalığına inandırmanız için önce beni motive olmaya motive etmeniz gerekir ve günün sonunda bunu da başaramazsınız. Beni motive olmaya motive etmeye yetecek motivasyonu kendinizde bulamayacaksınız.</div><div><br /></div><div>Neden motive olunur ki hem? Önemli mi herhangi bir şey? O kadar da istiyor musunuz aslında?</div><div>Yerden kalkmak için kendi kollarınız yetmiyor anlaşılan. Güçsüz olmayı seçtiğinizi düşünmüyorum yanlış anlaşılmasın, bir şekilde bu noktada buldunuz kendinizi. "Yerden kalkmak" deyişinin tetikleyici etkisini düşünüyorsunuz, "düşmüş" olduğunuz yanılgısı içinde. Düşmek ve kalkmak gibi modeller yer bulurken sizin özel mi özel hayatınızda, hayır, aslında hiçbir insan düşmez. Düşmek ve kalkmak Newton hareket yasaları sonucudur. Örneğin bir elmayı bırakırsam yere düşer, kalkmak için motivasyona ihtiyaç da duymaz. Elma düştüğünde orada kalır çünkü elma, elmadır. Motivasyon denen şey de ancak bir elmanın kendini yerden kaldırabileceği gerçeği kadar gerçektir. Bu doğrultuda, bir elma gibi düşmediğiniz için de kalkmanız gerekmez. Terimlere yaklaşırsak; kalkmak, ışıldayan bir metadır, çekiciliği yükselme olgusuyla paralel, anlaşılırdır fakat geçerli değildir. Düşmek ise kötüdür, dizleriniz acır, elleriniz falan hep pis olur. Kollarınızı yerden kalkmak için kullanmak yerine kenarlardan tutunmak için çalıştırdığınızda aslında ne kadar güçlü olduklarını göreceğiniz anı bekliyorum. Motivasyonunuzu mu kırıyorum? Ne kırılgansınız. Beceriksizliğin de bir sınırı olur, siktir edemiyorsunuz bile beni. </div><div><br /></div><div>İnsanların bu konudaki anlayışlarını bir süredir o ya da bu şekilde inceleme fırsatım oldu. Motivasyon arayışının temelini yalan duyma ihtiyacına bağlıyorum. Öyle beyazından da değil, kallavi yalanlar. Duyarsız kalınamayan her konu için söylenen bir başka yalan daha. Önceki gün hevesle aldığın sarı kağıtlardaki notlara bakıp yüce anlamlarını düşünürken tütsünü yak. Yarın sabah başlayacak diyetinde, bir dilim kepek ekmeğine seneye öğreneceğin 4 yabancı dili süreceksin. Yatak başlığının arkasında, duvara asılan sikildim mandalasındaki spirallerle semiyotik ilişkiler kurma çabası. Kulağına küpe ettiğin öğütlerin yer çekimine yenik düşmesi. Ayna karşısında kendinle konuşurken garip bir şeyler fark ettin değil mi? Arkandaki duvar saatini nasıl oluyor da beyninin olması gereken yerinden seçebiliyorsun? Şeffaflaşıyor musun? Silikleşip kaybolmaya yaklaştığını hissederken on dakikada sıkı kalçalar istemek sanki küstahlık. Güzel ruhun, bitiş çizgisi olmayan bir yarışta hayaletlerle yarışıyor. Kazanmak mümkün mü?</div><div><br /></div><div>Hem</div><div><br /></div><div>Bitiş çizgisi yoksa, yarış var mıdır?</div><div><br /></div><div>***</div><div><br /></div><div><br /></div><div>İnişlerin düşüşlere, çıkışların kalkışlara denk olmadığı bir hayatı yaşıyorum. Frekansımdaki tepe ve çukur noktalarının farkı, hali hazırda süregelen eylemlerimin şiddetinden kaynaklanıyor. Yapılması gerekenler, yapmak istediklerime; yapmak istediklerim, yapılması gerekenlere dönüşüyor. Bazen heyecanlarım kontrast yaratıyor. Gerçekleşiyorum doğrusu bir şekilde. Hayata devam etmenin dayanılmaz hafifliği üzerimde. Motivasyona bir an bile ihtiyaç duymadan yaşamak insanı başka konularda düşünmeye itiyor. Heyecanı heveslerde değil, detaylarda bulabilmek bunlardan biri olsa gerek. Heveslerim de oluyor, bir şeyler harika halleriyle dokunuyor hayatıma. Heyecanlarım da oluyor, alışkanlıklarım gibi süregeliyorlar onlar da. Akışta olmanın sakinliği bu heyecanlarla birleşip dans edince, işte o zaman tamamlanıyorum.</div><div><br /></div><div><br /></div><div>Aynada kendime bakıyorum. Derimi delip geçemiyor bakışlarım, katıyım. Yerli yerinde duruyorum. Gözlerim, karşısındaki dikkatli gözlere kayıyor. Bakışmaktan memnunlar. Varlığım, var olan her şeye saygı gösteriyor. Sahte amaçların hayaletleri kulağımda boş atarken ben umursamıyorum, ayağımla ritim tutuyorum şarkıya. Gün doğarken aydınlanıyor zihnim yine, bugün güzel bir gün.</div><div><br /></div><div>Kişisel algılamayın, sizi çok seviyorum.</div><div><br /></div><div><br /></div><div><br /></div><div><br /></div><div><br /></div><div><br /></div><div><br /></div><div><br /></div><div><br /></div><div><br /></div>Emre G.http://www.blogger.com/profile/18071025437192221180noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4881161804729308636.post-21294759092799331542019-10-27T17:29:00.003-07:002019-10-27T17:35:28.398-07:00Gölgenin bileşenleri Odamın duvarı, mum ışığıyla dans edip, ellerimin tuhaf hareketleri ile pek de iyi tasarlanamamış yaratıklara yuva oladursun, elektrik kesintisinin metaforik anlamlarını düşünüyorum. Şu aydınlık veya karanlıkla alakalı şeylerden. Cümlelerimi, bu sıcak ışığın elimle ilişkisine borçlu olduğum bir gecenin ortasındayım. Zihnim bana misafirperverliğini gösteriyor yine. Sözlerim yokuş aşağı, gözlerim biraz baygın ama idare ederim.<br />
<br />
Son zamanlarda kafamın içinde baskınlığını hissettiğim muhabbetlerden en hararetlisi sanırım süperego ve bilinçdışı keşmekeşi (bilinçaltı tedavülden kalktı arkadaşlar). Sizi sıkmasın hemen bu konu, inanın bana dün akşam çektiğiniz storylerden daha yakın hepimize. Yo hayır, basit bir sosyal medya eleştirisi falan değil bu yazı. Yine de parmağınızla kaydırıp bir sonraki sayfaya geçebilirsiniz, size kalmış.<br />
<br />
Neyi fark ettim biliyor musunuz? İnsanlar artık delirmekten korkmuyorlar. Hatta deliliğin her birimize bu kadar yakın olduğu başka bir dönem hatırlamıyorum, duymadım. Buna biraz açıklık getirelim; Sabahları uyanan sen, yani hakikaten sen olduğunu sandığın kişi halen orada bir yerde mi merak ediyorum. Kendi üzerindeki kontrolünden, hazlarından, arzularından ve nefretlerinden emin veya en azından bunlara hakim hisseden kişi. Sana da çok uzakta kalmış gibi gelmiyor mu?<br />
<br />
Kontrol, olumlu sonuçlar uğruna olsun olmasın, insanın haybeye yaşamasının önüne geçen hisler bütünüdür. Kontrol denklemdeki değişmezdir ve uç noktalarda bile gezinseniz sizi ayık tutabilecek nitelikte olmalıdır esasında. Yani en azından bir süre öncesine kadar böyle olduğuna inanıyorduk. Kontrolü elden bırakanların sayısının arttığını görmek bu inanca öyle bir yumruk attı ki yere düşenleri ayağa kaldırırken kontrolümüzü kaybetmeye biraz daha yaklaştık.<br />
<br />
Biricik aklımızı ve müstesna kontrolümüzü kime emanet ettik fikriniz var mı? Yine kendimize, evet yine kendimize ama o bildiğimiz bize değil. Çok daha bastırılmış ve henüz kutsanmamış olana. Ehlileştirilmemiş, körpe ve aynı zamanda yaşlı. İnanın bana kontrolü verdiğimiz şu kuklası olmaktan korkmayanları seven diğer bilincimiz asla günah çıkaran tiplerden değil.<br />
<br />
O kadar kalabalık bir ortamdayız ki, kim kimin üstünde duruyor kestirmek zor. Birikimlerin değersizleştiği, spontaneliğin ve bu paralelde ulaşılmazlığın özendirildiği, tatminin zorlaştığı, sürüler halinde gezdiğimiz bir dönem. Ezberlenmiş zevkler, kanıksanmış suratlar, müzikler ve renkler. Kefenler dikilmesi ve birçok ölüm isteği gençlerden gelen. Şuursuz güruh demek ne haddime bilemiyorum ama herkesçe takip edilen ve dahil olunan kitlenin ağzımda bıraktığı tat artık midemi bulandırıyor. Ulaşılmazlık başlığının, bu meselede başrol oynadığını düşünüyorum. Ulaşılmazlık isteği, Kadıköy'deki bir köpektir oysa. Arada bir başınızı severler belki ama sonra yine aç ve yalnız kalırsınız.<br />
<br />
Ben yazıyorum, kelimelerimin biteceğinden korkarak değil, bahsetmeyi sevdiğimden yazıyorum. Bahsetmek benim için oyun, belki katarsis. Bazen eğlenceli. Genelde sadece tarafsız. Geç saatlerde uyku tutmayınca vefalı. Ben yazıyorum çünkü az da olsa korkuyorum içimdeki sesi ara sıra duyamamaktan. Yazıyorum çünkü kendimi duymak istiyorum. Görüyorum, benim kendimle oynadığım oyundan başka bir oyun oynuyorlar dışarıda, kapılmayı istemediğim.<br />
<br />Emre G.http://www.blogger.com/profile/18071025437192221180noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4881161804729308636.post-91336161648169439302019-04-26T05:16:00.001-07:002019-10-27T17:50:39.823-07:00ayrılmak. Kuzey cephesinin gerisinde kurulan karargahın mutfağı ne kadar küçükse de fırında balık pişirebilecek kadar genişti. Hava epey soğuktu ve rüzgar uzaklardaki bombardımanın sesini gizlemek istercesine uğulduyordu o akşam. Oscar ve Toby, bölüğün diğerlerinden biraz uzak, tepelerindeki lambanın cılız ışığı altında ise birbirine yakın iki iskemlede oturuyordu.<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
-Bu yediğimiz şey balıksa şu masa sana girsin Toby. Gerçekten de kaplumbağa veya başka bir şey gibi tadı.<br />
-Nesi var lan? Mis gibi balık işte oh!<br />
-Bu bir balık değil Toby, bu bir tür yastık kılıfı.<br />
-Eeeh yemiyorsan bana ver madem.<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
Toby için yediği şeyin balık olup olmaması önemli değildi. Bir şeyin yenilebilecek olması yeterliydi, o sadece yerdi. Eline bir tahta parçası bile tutuştursanız mutlaka yiyebileceği bir kısmını bulurdu. Bu huyu birçok kez başını belaya soksa da, zor zamanlarda çok kere yardımcı olmuştu.<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
-Kolejden beri senin kadar boğazına düşkün adam görmedim vallahi Toby. Buna rağmen nasıl da inceciksin.<br />
-Metabolizmam hızlı benim olum, her şeyi hızlıca yakarım. Biz afro-amerikalılar fazla enerji harcarız Oscar'cığım.<br />
-Yatak konusunda da böyle her yola gelen bir adamsan alt ranzayı sana devrediyorum Toby'ciğim.<br />
-Öyle yağma yok!<br />
<br />
<br />
<br />
Oscar'ın yutkunmaları yavaşlarken bakışları pencereden uçtu ve ufuktaki bir noktaya daldı. Kızıl alevden parlamalar yaratan havan toplarını izledi donuk gözlerle.Bu çapraz ateşin binlerce canı aldığını bilirdi. Boğuk da olsa patlamaların sesleri ancak birkaç saniye sonra ulaşıyordu karargaha. Böyle manzaraları izlerken etrafındaki her şey bulanıklaşırdı. Gördüğü şeyin kızıllığının ne kadar vahşi olduğunu bir kez daha hatırlardı. Vahşetin rengi kırmızı mıydı oysa?<br />
<br />
<br />
<br />
-Bir, iki, üç, dört, beş, ... bum! Her defasında tutturuyorum sesin buraya geleceği zamanı Oscar.<br />
-Bu çok da karmaşık bir durum değil Toby, saymayı bilen herkes bunu yapabilir.<br />
-Sus köpek! Bunun hesap gerektiren bir tarafı da var. Ses hızının saniyede aldığı mesafeyi falan bulacaksın da ohoo.<br />
-Toby fizik mezunuyum.<br />
-Tamam patron. Ayrıca geçen hafta ayağından vurulan eleman enfeksiyondan gitmiş. Keşke kafasından vurulsaymış zavallı.<br />
-O ne demek Toby, delirdin mi?<br />
-Kafandan vurulmak, ayağından vurulmaktan daha az acı verir Oscar.<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
***<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
-Oscar<br />
-Efendim Toby<br />
-Abinden haber var mı?<br />
-Yok.<br />
-Hiç merak etmiyor musun lan?<br />
-Ediyorum da ne yapayım ki? Kendi bileceği iş. Damien kaçmak istedi ve kaçtı, bu beni o kadar da alakadar etmiyor.<br />
-Haklısın haklısın. Boşver zaten gerçekten abin bile değildi.<br />
-O ne demek? Babamın oğlu işte. Annelerimiz farklı.<br />
-Babanın oğlu ama aynı zamanda annenin oğlu değil. Çok garip anasını satayım!<br />
-Toby bazen o kadar malca konuşuyorsun ki sana inanamıyorum.<br />
-Hayır yani nasıl olabilir. Babanın karısı ama aynı zamanda annen değil falan, tuhaf.<br />
-Boşver abimi, senin kızdan ne haber? Bozuk mu sana hala?<br />
-Okulda ne iyiydik oysa hatırlıyor musun onunla? Mektuplarda bile tartışmaya çalışıyor benimle şimdi. Son gönderdiğime de cevap gelmemiş zaten.<br />
-Bence o kızın bazı problemleri var Toby. Konfor alanına çok düşkün. Bak sana lisedeki kız arkadaşımı anlatmışım, o da böyleydi. Azıcık rahatsız olsa bir şeylerden, yaygarayı koparırdı.<br />
-Bilmem çok da düşünmemeye çalışıyorum. Hem geri dönebileceğimiz bile kesin değilken böyle olması daha iyidir belki de.<br />
-Yine bok gibi konuşuyorsun Toby. Senin bu olumsuzlamalarına deli oluyorum.<br />
-Seni annen olumlasın Oscar. Savaştayız ve kendimi kandırmıyorum.<br />
-İyi geceler Toby.<br />
-Nayt nayt Oscar.<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
Alt ranzanın manzarası ise üst ranzanın demirleriydi Oscar için. Uyuyamamıştı, babasının oğlu olan ama aynı zamanda annesinin oğlu olmayan abisini düşünüyordu. Doğrusunu mu yapmıştı? Bir anlık cesaretle bırakıp gitmişti birliği Damien. Aranıyordu elbette, yakalanırsa sonunun ne olacağını yalnızca Tanrı bilirdi. Doğru olanı yaptığına olan inancı, bu eylemi gerçekleştirirken bir an bile tereddüte düşürmemişti onu. Oscar için abisi ve bu davranışı her zaman kafa karıştırıcı sorularla anılacaktı.<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
-Toby uyumadıysan sana bir şey soracağım.<br />
-Uyudum Oscar, ama sor.<br />
-Zoruna gitmiyor mu burada kalmak? Sürekli yaklaşıyoruz sınıra farkındasın bunun değil mi?<br />
-Bunu sorgulamak için biraz geç kalmadın mı Oscar? Bak ben böyle şeyleri konuşmayı bıraktım artık. İlk başlarda çok yapardık bunu hatırla. Üzerine konuşunca daha iyi olmuyor. Ne olup biteceğini beraber göreceğiz.<br />
-Biliyorum ama ben artık hangi hayatım gerçek ayırt edemiyorum. Ne ara oradaydık ve ne ara buradayız? Hiç çocuk olmamış gibi hissediyorum bazen. Biz bir aralar çocuktuk değil mi Toby?<br />
-Evet öyleydik Oscar. Özellikle sen çok ağlak bir çocuktun eheh.<br />
-Orduya alındığımızdan bu yana kendimde bazı şeylerin köreldiğini hissediyorum.<br />
-Ağlayacak mısın oturup yoksa? Konuşmak istemiyorum anla şunu.<br />
-Tamam.<br />
<br />
<br />
Oscar düşüncelerinde haksız değildi. O sevgiyle büyütülmüş bir çocuktu. Güzel gördüğü çiçeklerden bir tane koparmazdı, izleyip yoluna devam ederdi. Notlarını yüksek tutup iyi bir akademisyen olmak için çalışırken, şimdi hayalini bile kuramayacağı bir yerde sefil ve rutubetliydi hali. Körelmiş miydi bu hisleri artık? Elbette körelmişti. Kolundaki açık yarayı sarmayı öğrenmişti. Hayvanları avlamayı da öyle. Ne bulursa yemeliydi ve ne görürse öldürmeliydi. Yine de taburuyla çıktığı keşif devriyelerinde yolda gördüğü çiçeklere basmazdı, yanından geçerdi.<br />
<br />
<br />
<br />
***<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
Gecenin karanlığı ve ıslanmış toprak kokusu tüm karargahı doldurmuş, bu harabe yapının pencerelerine gerilen kumaşlardan biri, içerideki havayı döndürsün diye de azıcık açık bırakılmıştı. Uykuyla uyanıklık arasında gidip gelenin sadece kendisi olmadığına emindi Oscar. Uyku tutmayan diğer erler ve ateş böcekleri de vardı orada. Ateş böcekleri ne güzeldi. Soluna dönüp yarı açık pencereye doğru daldı bakışları. Evinde olduğunu hissetmeye çalıştı. Güzel yatağında rahat bir gece geçirecekti öyle yaparsa. Göz kapakları yavaşça kapanırken halinden memnundu.<br />
<br />
Sabahın sessizliğini bölen ilk gümbürtü tam tepelerindeki çatıda koptuğunda başından vurulmuşa döndü. Toparlanmakla, ranzasında uyumaya devam etmek arasında o kadar kaldı ki, gecikti muhtemelen. Çünkü Oscar için, gördüğü rüyaların gerçekliği her zaman uzun gecelerine farklı bir tat katardı.<br />
<br />
-Bu bir rüya değil, bu tam isabet bir havan topu. Diye geçirebildi içinden son anda.<br />
<br />
Ne mühimmat, ne kask, ne de başka bir şeyini dahi alamadan fırladı yatağından Oscar. Toby ondan önce fırlamış olacaktı ki yıkılmak üzere olan binanın bahçesinden sesleniyordu ona.<br />
<br />
-Seni koca götlü hergele. Buraya gelmen ne kadar daha sürecek? Lanet olsun Oscar seni bekleyeceğim diye ölmem mi gerekiyor?<br />
-Geldim Toby koş sen.<br />
-Gerçekten de öldüğünü falan düşündüm burada kahretsin Oscar.<br />
-Gerçekten de kahretsin Toby.<br />
<br />
<br />
Nereye gittiklerini bile bilmeden sadece koşuyorlardı. Havada uçuşan uzuvlar mı daha dramatikti yoksa şarapneller mi? Havan toplarının düşeceği yerleri kestirmek o kadar zordu ki, önce şeytani vızıltısı, sonrasında bir, iki, üç ... bum!<br />
<br />
-Ben şuradaki çukura gireceğim sen de buradakine gir Oscar! diye inledi Toby.<br />
<br />
Topların açtığı çukurlardan birine girseler, oraya tekrar düşmeyeceğini umarlardı. Öyle öğretilmişti eğitimlerde. Soluk soluğa koşarken, bunun nasıl bir gerçeklik payı olduğuna dair kısa bir matematiksel hesap yaptı Oscar kafasından, Toby bunu yapamazdı.<br />
<br />
<br />
-Çok saçma çok çok çok. Diye inledi Oscar da hesapları sonucunda. Çünkü mantıksızdı. Elbette bir top aynı yere ikinci kez düşebilirdi.<br />
<br />
Toby bu inlemenin sebebini hayatı boyunca bilemeyecekti ve o an bunu sorgulamak için en uygun an değildi. Toby, Oscar'ı geride bırakıp ilerideki çukura atladığında Oscar'ın tek seçeneği ilk çukura atlamaktı.<br />
<br />
Atladığı ilk çukurda bir başka erin cesediyle veya cesedinden geri kalanıyla karşılaştı. Afallamadı, hesaplarının sağlamasını yapan bu görüntü karşısında sadece sustu ve çömeldi. Çukurdaki erin önceki hayatını, ailesini ve ideallerini düşünmeye mecali dahi yoktu. Herkes gibiydi artık. Kendisi de herkes gibiydi, ne eksik ne fazla. Çukura dolan kan Oscar'ın her yanını kaplamış, sıcaklığı rahatsız edici derecedeydi. Açık gökyüzü yavaş yavaş toz ve dumanla kapanmaya başlıyordu. Gökyüzüne baktığı bir rüya olmasını isterdi bunun.<br />
<br />
-Bacağımı tutmasana ulan! Çe-çe-çenesinin yarısı yok bu adamın Oscar!<br />
<br />
Haykırışı duyuldu ilerideki çukurdan. Şoka uğraşmış bir askerle aynı yere girmişti Toby anlaşılan. Bir an "Neyse acıkırsa onu da yer" diye düşündü Oscar müzipçe.<br />
<br />
Önce vahşi bir vızıltı duyuldu. Oscar saydı bu kez Toby yerine, bir, iki, ... bum! Yanlış hesaplamıştı aslında. Bir saniye önce gelmesi sonucu değiştirmezdi. Delik deşik olmuş bedenindeki acıyı hissetti önce Oscar, sonra uzuvları üzerindeki kontrolünü kaybetti, mayıştı ve son yıldızı gördü üzerinde parlayan.<br />
<br />
<br />
***<br />
<br />
<br />
Gördüğü rüyaların gerçekliği Oscar'ın gecelerine her zaman farklı bir tat katardı. Soğuk gecelerde sıcak iklimleri, sıcak yaz gecelerinde ise serin rüyalar görürdü. Bilinçaltının ortama verdiği mental bir tepki olarak yorumlardı bunları. Eski kız arkadaşının olduğu, bazen de çayırlarda uzanıp göklere baktıklarına ayrıca bayılırdı. Abisiyle geçirdiği yaz tatillerinden kesitleri içeren rüyaları ise en sık gördükleriydi. Denizden korkardı gerçi Oscar.<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
-Sen de gelsene Oscar!<br />
-Ben yüzme bilmem ki abi!<br />
-Olsun çok da derin değil, gel ayaklarını sokarsın.<br />
-Ayaklarımı sokayım derken biraz açılırsak boğuluruz bak!<br />
-Geel ben tutarım seni.<br />
-Tamam geliyorum. Su sıcak, öyle değil mi?<br />
<br />
<br />
<br />
Bu sefer denize girdi Oscar. Tüm vücudunu kaplayan sıcaklığın yoğunluğuyla gözlerini kapattı. Suyun dışından gelen patlama sesleri şimdi daha da boğuktu ama o, orada tek başına sıcacık bir plazmanın içinde rahat ve güvendeydi.<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />Emre G.http://www.blogger.com/profile/18071025437192221180noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4881161804729308636.post-12804459134114227642018-12-20T14:27:00.002-08:002021-04-21T12:10:48.166-07:00Ariel'in bilmedikleri Tek başına tatile çıkmanın iyi yanlarından biri de, seni sürekli denize çağıran arkadaşlarının olmaması. Dalga sesleri kıyıya vururken, kanıksanmış bu şeyin beni denize yürüteceğini düşünmezdim. Sonuçta pek de sevmezdim denizleri. Yüzmeye çağıran arkadaşlarım olmasa da, ayaklarımı sokayım derken açıldım, biraz daha, az daha ilerleyince su artık soğuktu. Sonradan anlayacaktım ki soğuk olan, altımdan akıp giden akıntının kendisiydi. Vaziyetin tatsız bir hal aldığını fark etmem, iyi bir yüzücü olmama rağmen zaman aldı. Geciktim muhtemelen.<br />
<br />
Kıyıdan beni gözleyecek birkaç arkadaşın eksikliğini o an hissettim.<br />
<br />
Hayata tutunma çabalarımın bir süre sonra anlamsızlaşması, beni çekip savuran akıntının gücüyle doğru orantılı artıyor, "Akıntıya karşı yüzmeyin, bırakın kendinizi" dediklerini anımsıyor ama ölmekten korkuyordum bir yandan. Hem de boğularak ölmek, ne berbat bir ölüm. Bu durum, tek başına tatile çıkmanın melankolisiyle de birleşince, bu akşam, akşam haberlerine malzeme olmaktan öteye gidemeyecektim.<br />
<br />
Akıntıların bu kadar uzun ve soğuk olabileceğini düşünemezdim.Yarım saatten fazladır, babasının elinden tutmuş küçük bir çocuk gibi, akıntı beni nereye götürürse zoraki oraya gidiyordum. Sürekli savrulmaktan başım dönmeye başlamış, kramplarım artmış, gözlerimi açık tutmakta zorlanırken uzaklarda gözüme kestirdiğim ufak kaya parçasının hızla yaklaştığını fark ettim. Kendimi temasa hazırlayıp kalan son gücümle sağ kolumu attım, parmaklarımın ucunun da ucuyla tutunabildim. İki tırnağım kırıldı. Ölmeyecek miydim? <br />
<br />
Kayalığın üzerine çıkabildiğimde sanki uzunca süredir nefes almıyormuş gibi iç çektim, yığıldım yorgunlukla. Dalgalar birkaç metre genişliğindeki kayalığı dövedursun, fırtına havayı yokluyordu. Donuyordum tepeden tırnağa belki ama o an dünyanın en başarılı insanıydım. İçi deniz suyuyla dolmuş başımı solumdaki garip kitleye zoraki çevirdiğimde, hayatın bana biraz olsun soluklanma izni vermeden tuhaf şeyler sunmasına hayal meyal tanık oldum: Kayalığın köşesinde koca gözleriyle beni izleyen bilindik bir yüz, bilindik kızıl saçlarıyla küçük deniz kızı Ariel, oradaydı.<br />
<br />
Hikayesi de bilindik Ariel'in. Aşık olduğu prens için sesini feda etmiş saf bir deniz kızı. O kadar saftır ki, öylesine soğuk havalarda kayalıklara çıkmaktadır. Anlamsız bakışları, anlamsız bakışlarımla buluşur. O an kim daha ürkek karar verilemez. İlk defa gerçek deniz kızı görüyor olmam, ilk defa soğuktan titreyen bir insan görüyor olmasıyla tartılsa hangisi ağır basardı? İlk defa ölümden bu kadar ucuz yırtıp hemen ardından bu kadar garip bir vaziyet içinde olan ben, daha şaşkın olması gereken kişiyimdir aslında.<br />
<br />
Ariel'den gözlerimi ayıramadan doğrulup dizlerimi göğsüme çektim, küçüldüm, ısınmalıydım. İçimden gelen emin hislerle beraber, söyleyeceğim her şeyi anlayacağına şüphem yoktu. Bir de, benimle konuşamayacağından emindim. Sesi var olamazdı onun. Olabildiğine anlaşılır cümlelerle başıma geleni anlattım. "Yüzerek dönmem mümkün değil" dedim. Beni sırtına alacak ve süper bir hızla kıyıya ulaştıracak sanıyordum, sonuçta sevimli prens için öyle yapmıştı. Tepki vermedi. Yeterince sevimli değil miydim? Tekrar anlattım, karşılık alamadım. İngilizce anlattım, tık yok. Bu durumda benim yapabileceğim pek bir şey yoktu. Sırıttım istemsizce, o da sırıttı. Hakikaten ne saf bir kız!<br />
<br />
Bir süre bakıştıktan sonra dönüp güneşin alçalışını izledik.<br />
<br />
Sudaki yansımalardan sıkılmaya ve soğuğu iyiden iyiye hissetmeye başladığımda O'na bir şeylerden bahsetme isteği doğdu içime. Yeterince vaktim vardı tahminimce. Ne bilirdi ki benim yaşadığım dünya hakkında? Ne umardı ya da ne olması gerekirdi hakikaten? Bihaber miydi gerçekten tüm olan bitenden? Bilmediği her şeyi anlatabilirdim ona çünkü güzelce dinleyecekti beni, bu da kâfiydi. Gözlerimi tekrar Ariel'e çevirip:<br />
<br />
"Buradasın değil mi Ariel," dedim. "Hayır öyle değil, burada olmanın ne anlama geldiğinden bahsediyorum. Var olmaktan ve bunun anlamından. Kayanın üzerinde iki biçim olmak ve burada işgal ettiğimiz yer midir bizi evrende değerli kılan tek şey şu anda? Varlığımız, adreslenebilen nesneler kümesi midir? Parmağını suya daldırdığında, parmağını gören balık için sen, parmağının ucu kadarsındır. Sen suyun dışında tam anlamıyla senken balık sadece parmağını deneyimler. O halde etrafında gözlemlediğin her şey, ne tür başka büyüklüklerin birer parçasıdır? Varlığımızın bir kısmını görürken, göremediğimiz yüce(!) varlığımız nerededir? Senin yerinde olsam, bazen suyun dışına çıkıp gökyüzüne bakmayı denerdim."<br />
<br />
Bir an durup, "burada" olduğumu tüm yalınlığıyla kabul ettim.<br />
<br />
"Herkesin arasında ve herkesten uzak... Yine de en güzel sahneleri izlerken 'burada' olduğun için şanslı hissetmelisin Ariel. Ücra da olsa, deniz, dalga sesleri ve yüzüne çarpan meltemin devamındaki bu uçsuz bucaksız gün batımı... Yataklarında otururken 'burada olanlar' var. Bu kurmacanın çıkış kapısını arıyorlar. Hepsine karşın burada olmanın ağırlığını hisseden senin aklından neler geçiyor? Çıkış kapısı arıyor musun diğerleri gibi?"<br />
<br />
"İnsanların kafası karışıyor bu günlerde Ariel. Sağlıklı insanların kafası biraz karışık olur ama hayal kırıklığı görüyorum artık. Gelecek kaygıları kişilikleri yönetiyor. 'Burada olmak' tarafından ezilmişler. İleride de bulamayacaklarını düşündükleri konfor alanları deforme edilmiş. Erken yaşlarda ölüme yatkınlıkları da bu yüzden."<br />
<br />
"Ölüm demişken, yaşamak sence de ciddi bir mesele değil mi Ariel? Yüzmekten başka bir şey paylaşmaz mısın birileriyle? Üzerinde düşünülmesi gereken çok fazla şey yok mudur sizin oralarda. Bazen bunları unutup boş vermen gerekir tabii çünkü yorulursun en sonunda. Ama vardırlar işte, ve günün bitiminde dank ederler hep kafanın içinde olsalar da. Karşıma birini alıp konuştuğumda kendini daha çok belli eder bu durum. İnsanlar, ilişkiler, amaçlar, doğrular ve yanlışlar. Nereden geldiğin ve nereye koştuğun... Mevzular mevzuları açar, her açılan mevzu bir öncekini aşar. Konuşmalar dallanıp budaklandıkça kafalar karışır. Dudaklar devamlı kıpırdasa da gözler dalar bir yerlere."<br />
<br />
"Dalmış gözlerini çevirip yüzüne bakarsın karşındakinin, seni dinlemesini izlersin. Konu öyle derinleşir ki o an, içinizde kendinizin bile bilmediği bazı yerler yaşam sinyalleri verir. Sizden saçılan ışık, sadece ikinizin görebileceği şekilde aydınlatır etrafınızı. Bunun gibi anları bozmazsın. Bazıları insanlık için yıldız tozları olduğumuzu söyler ya hani, böyle bir şeydir belki insanlar için yıldız tozu olmak. O an en azından bir kez daha parlarsın."<br />
<br />
"Uzun sürer bu konuşmalar. Kelimeler ağızdan dökülür, biraz da övünerek, en sevdiğin cümleleri kurarsın. Konuşursun da konuşursun, dinlerler de dinlerler... Birkaç detayı hatırlasalar da birkaç güne unuturlar anlattıklarının genelini. Maskeli balonun birinde, onlarca kişiyle dans ederken aralarına karışıp kaybolmak gibidir o anlar. Olabildiğine herkes ve olabildiğine biriciksindir aynı anda."<br />
<br />
"Hem neden birini karşına alıp konuşursun ki Ariel? Neyi amaçlayarak bunu yaparsın? Ne isteriz aslında onlardan, bizi dinlemelerini mi? Sevmelerini mi? Tapmalarını mı? Bize 'Küçük tanrı parçaları sizi!' mi derdi Tanrı?"<br />
<br />
<br />
"Aslında çoğunu unuttuğum anlardan birini hatırladım seninle konuşurken. Sıcak bir şeyler yudumlarken onunla konuştuğum anlardan... Sıcak bir şeyler, evet, sıcak bir şeyler olmalıydı şimdi. Fakat sıcak şeyler çok geçmişte kaldı."<br />
<br />
"Ya da boş ver Ariel. En iyisi bu konu hakkında biraz daha unutalım."<br />
<br />
Ve durdum. Başımı önüme çevirdim. O'na bunları neden anlattığımı düşünürken sustum. Az önce, anlamasını umduğum cümlelerimi sıralarken ben ne bekliyordum ondan? Bir kaya parçasının üzerinde iliklerime kadar donarken, hayata dair hiçbir şey bilmediğini düşündüğüm birinin ufkunu aralamak bana ne kazandırırdı? Acınası olan kimdi burada? Onu bir daha görmeyeceğime emindim. Yine de ona bir şeyler öğretmek istemiştim. Her şeyi bilmese de olurdu, bir şeyleri bilse yeterdi.<br />
<br />
Ufuktaki kızıllığın yavaşça kararmasını tenimde hissettim. Sahi saat kaçtı şimdi?<br />
<br />
"Geçmiş demişken, zamanın döngüselliğinden bahsedelim mi Ariel? Hiçbir şey geçmişte kalmamıştır düşününce. 'Geçmiş' diye adlandırdığın her şeyin tam şu anda yaşanmış olduğu gerçeğini anlamanı istiyorum senden. Çünkü tek bir an vardır hayatta, olmuş ve olacak her şey yalnızca o anda gerçekleşmiştir. Buna öyle inanmalısın ki, bundan sonra bir anıya her özlem duyduğunda aklına gelmeli söylediklerim. İleride bu konuşmayı hatırladığında yanında hissedebilirsin hem beni... Biz buradayız ve seninle sonsuza kadar süren bir konuşma yapıyoruz Ariel. Sadece unutursan öldürürsün anıları. Hatırladığın sürece, her şey hala yaşanıyor demektir bir yerlerde."<br />
<br />
"Varlıklar ve olaylar için zaman, aslında sadece konum değiştirmekten ibarettir. Çünkü zaman, ucundan tutabileceğin bir şey değildir. Zamanı hissedemezsin, göremezsin ve dokunamazsın. Buna rağmen savurup atabilirsin, o başka. Bilinen evrende zaman, sürekli hareket halinde olan parçaların dansıdır diyebiliriz. Daha küçük tepkimelere değinmezsek, hücrelerin bölünür ve yaşlanırsın. Dünya, bir yıldızın etrafında döner ve o yıldız da hızla başka bir sistemin etrafında... Birkaç saniye önce olduğun konumda değilsindir hiçbir an. Bunun kötü yanı ise; tüm bu bahsettiğim sonsuz ileri yönlü hareketin neticesinde bir anlığına önceden olduğun konuma dönebilecek olsan bile -ilk kez onu öptüğün ana mesela- koca bir uzay boşluğundan başka hiçbir şey bulamayacağını bilmelisin."<br />
<br />
Aslında ilk öpücük de uzay boşluğu gibi hissettirmez miydi? Titreme nöbetlerim sıklaştı.<br />
<br />
"Akşamüstü denize girmek beni biraz üşütür Ariel, sen alışkın görünüyorsun, var mı üzerime verebileceğin bir şeyler?"<br />
<br />
Son bir kez daha O'na baktım. Bedeni anbean şeffaflaşırken, ay ışığı güzel çehresinden ve kızıl saçlarının içinden geçip yüzüme vuruyordu. Kayalığa çıktığımdan bu yana varlığına tutunduğum küçük deniz kızı nereye kayboluyordu? Dayanamadım bu ağırlığa, yan düşüp devrildim buz gibi kayalara. Cenin halinden çıkamazken, artık gördüğüm yalnızca açık gökyüzü ve yükselen dalgalardı. Bitkin düşmüştüm. Ölecek miydim? Gözyaşlarım yanaklarımdan akarken ufacık bir sıcaklık hissetmeyi umdum. Hissedemedim, ne sıcaktır oysa gözyaşları. İyice bastıran uykuya engel olmak için son bir kez daha seslendim ona. Lakin şimdi yavaş ve bulanık bir sesle:<br />
<br />
"Buradasın değil mi Ariel?"<br />
<br />
Cevap veremezdi, cevap veremediğine göre buradaydı. Burada mıydı?<br />
<br />
"Bu sefer gerçekten burada olmaktan bahsediyorum, yanımdasın değil mi? Ne olur yanımda ol. Söylediklerimi hatırlıyor musun? Beni unutmazsan ölmeyeceğimi biliyorsun değil mi? Hep burada olacaktık ya hani sonsuza kadar. Ne olur beni yalnız bırakma. Bu akşam yaşananları unutursan yok olacağım Ariel. Annem de hatırlar beni, annem çok sever beni. Babam da hatırlar ama onların hatıralarındaki ben donarak öleceğinden habersizdi Ariel. Öleceğimi bildiğim son anlarımı canlı tutabilecek tek kişi sensin. Ne olur unutma beni Ariel. Var olmaktan ve anlamından bahsediyorum, ben buradaydım ve birazdan burada olmayacağım. Beni değerli kılacak tek şey sensin artık Ariel. Beni sonsuza kadar unu...t...m...<br />
<div>
<br /></div>
Emre G.http://www.blogger.com/profile/18071025437192221180noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-4881161804729308636.post-28177939411000617252018-09-23T08:48:00.002-07:002019-10-24T17:30:47.779-07:00Ellerim rüzgârdayken Hiç günlük işlerin arasında birden herkesten ve hayattan koptuğunuzu, etrafınızdaki her şeye birkaç adım geriden baktığınızı hissettiniz mi? O zamana kadar kanıksanmış kişilere birden yabancılaştığınızı ya da annenize dönüp "bu kim?" dediğinizi içinizden. Aynanın karşısında durup kimle bakıştığınızı bir süreliğine anlamama hissi. Bedeniniz bir kılıf, siz onun göz yuvalarından etrafa bakan sıkışmış bir ruh. Her şeyin dışında olmak ve bunun garipliği.<br />
<div>
<br /></div>
<div>
Gerçeklikten bir anlığına izole olup, aslında o anın asıl farkındalık durumu olduğunu hissederim. Az önceye kadar yaşadığım hayat, akışa hapsolmuş gibi gelir. Birazdan tekrar o akışa gireceğini biliyorsundur. Bir anlığına çıkmışsındır ve önceki hayatının otomatikliği seni öylesine rahatsız eder ki. -Hayır, bu durum insanların dışarıda sürüler halinde gezmesinden çok daha farklı- Olabildiğine bireysel, tamamen sana aittir. O kadar yalnızsındır ki o an, bundan daha yalnız olduğun bir zamanı hatırlayamazsın.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Yabancılaşıp kopma hissinin ne zaman nerede ortaya çıkacağı benim için tahmin edilemezdi hep. Birine en anlatılmaz hikayelerini anlatırken, kısa süreli göz temaslarında, aynaya uzun süre bakınca, ya da öylesine bir anda. Buna alışmam kısa sürdü. Artık gerçekliği ve akışı, izole hali ve her şeye dahil olmayı, bu bahsettiğim yabancılaşma hissi özelinde sessizliği ve kaosu ahenkle dans eden iki leke gibi görüyorum. Bazı anlarda bu iki durum keskin sınırlarla ayrılırken, biraz kendi başlarına salındıktan sonra yine birleşiyorlar.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Yürürken bir bebek görüp gülümsüyorum, böylece içinde olduğum karmaşık gerçekliğin açığını buluyorum. Sadece gülümsüyorum ve bu yapay ekosistem sekteye uğruyor, karelere ayrılıyor yollar, zaman duruyor. Matrix'teki bir açık, kodlama hatası. O an dünyanın bana ihtiyacı yok ve ben yalnızca kendimi yaşıyorum. Tatmin veya amaç bunun neresinde? Sevdiğim kişiyle bir şeyler paylaşmak da bu dansın ahengine katılıyor. Ne kadar yaklaşabilir iki insan? Bunu mu istiyorum bazen sadece? </div>
<div>
<br /></div>
<div>
<span style="background-color: white; color: #333333; font-family: "museosanscyrl"; font-size: 16px;">Hayır ben size çözüm sunamam. Eğer çözümlerden bahsedecek olsaydım bu yazının kişisel gelişim zırvalarından farkı olmazdı ve ben onları hiç sevmem. Anlattıklarımı sorun olarak görüp görmemek senin kararın. Garipsemiyorum artık bazen etrafıma bakıp buz gibi hissetmeyi. O anlarıma dahil olan birilerinin varlığı bu yalnızlığı farklı bir boyutta iyileştiriyor. Çıkış yolu aramak yerine, bununla dans etmeyi öğren. Böylece çoğu zaman aynı anda iki boyutta yaşarsın her şeyi. Sevinçlerini de öyle, iki defa bakmış olursun aynı gözlere aynı anda, iki defa açarsın kalbini. İki defa canın yanar belki ama çok düşünme zaten sonunda bir defa öleceksin iki tarafta da. </span></div>
<div>
<br /></div>
<div>
<br /></div>
<div>
</div>
<div>
<br /></div>
<div>
</div>
<div>
<br /></div>
<div>
</div>
<div>
</div>
<div>
</div>
Emre G.http://www.blogger.com/profile/18071025437192221180noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4881161804729308636.post-55627989300241126292018-07-08T15:19:00.001-07:002018-09-04T13:17:33.387-07:00R E S E P S İ Y O N<br />
<br />
Hayat kadınlarının edebiyatını yapan insanlar tanıyorum. Hamalların, maden işçilerinin, seyyar satıcıların, köpeklerin, dans eden sokak çocuklarının. Hakkında salladığınız şeylerin-kişilerin sizden bir gram haberleri yok. Geceleri metroya inip uyuyanlar, yabancıların eline bakanlar, çok az para kazananlar, çok fazla üşüyenler. Birileri, hepsini yaşıyor ve yaşadıkları şeyin gerçekliği içinde sürüklenirken birileri bunun hakkında çok fazla konuşur oldu.<br />
<br />
Bu devirde kafa karışıklığı, sağlıklı birinde olması gereken en gerekli şey. Kesin cümleler kuran tipleri de hiç sevemezdim zaten. Bunun aksine sen yine farkındasın olan bitenin. Her şeyi biliyorsun eminim. Yüzüne baktığımda anlıyorum, hepsi hakkında konuşabilirsin. Çok içtensin, dudakların oynamasa da ifadelerinden belli. Yapmaya yeltendiğin ama yerinden kalkamadığın için yapamadığın şeyleri say bir ara. En son ne zaman yirmi dakika koştun? Kolundaki damarları say bize? Sütun başlıklarını falan ya da. Peki kaç dil öğrendin? Resim çizebilir misin? Bir kiviyi soymak? Dil demişken, Lehçe çok zor, yumuşak bir şeftali soymak da öyle.<br />
<br />
Ne çok şey biliyorsun hakikaten. Rol yapmıyorsun, sevmezsin de. Şeyi sor kendine, kim senin ruhsuz samimiyetini arzuluyor? Bak yavrum sen bir şeyi çok güzel kaçırdın daha her şeyin başında. Samimi olduğunda keyifsiz biri oluyorsan bu şekilde satma kendini, kimse senin bu saydam kişiliğini almayacak. Hem sen hayat kadını da değilsindir, ucuza kapatamazsın. Rüyalarına girmek, sevdikleri ve aynı zamanda korktukları tanrıları olmak, cezalandırmak, ödüllendirmek, kanatmak istiyorsun birilerini. Akan kanlarında yüzmek, baş üstünde tutulmak. Keskin şeylerden anlarım, dedem memleketinin tek bıçakçısıydı. Bir tanrıya göre körelmiş gibisin.<br />
<br />
"Resepsiyon ne alaka" diyeceksindir. Granit zeminde adımlarını atarken az sonra göz göze geleceğin kişi için duruşunu düzelttiğin anı düşlüyorum. Kendinde misin şu an? Bilirkişi seni sirkil önce. Fikir sahibi olmadığın herhangi bir şey var mı? Korktuğunda dua eder misin? Gözlere bakmayı sever misin? İnsansın. Miden ağrıdığında kıvranırsın, dilin de yanar sıcak lokmadan. Güzel insansın. Ne sevimlisin habersiz fotoğraflarında. Ben ise senin her türlü halinin kaydını tutanım. Ben kim miyim? Ben çalışanım. Ben gözlemciyim. Ben, bu kez senin hakkında edebiyat yapan o kişiyim. Bir kez olsun bırak kendini bana, seni tekrar harika hale getirelim.<br />
<div>
<br /></div>
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />Emre G.http://www.blogger.com/profile/18071025437192221180noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4881161804729308636.post-79014557425822428842018-06-29T10:42:00.002-07:002018-07-22T08:47:44.809-07:00Selfdestruction <br />
İçinde bulunduğun durumdan hoşnut değilsin. Bu halde olmanın sebebi, asla kabul edemediğin, aslında alelade biri olduğun gerçeği. Sen inanmaya yaklaşıyorsan da, sen inanmıyorsun. Sen ve sen, apayrı kişilersiniz. Bir şeyleri kurtarmaya çalışan, odak olmaya odaklanan sen ve kalbinde, bir vahşinin en ilkel duyguları yatan diğer sen. Sana boyun eğmeyi alelade olmaya tercih eder miydin?<br />
<span style="white-space: pre;"> </span><br />
Tesla Roadster mı, Lada Samara mı? İkisi de 0-100 yapıyor belli bir sürede. Roadster seni aşar gibi geliyor değil mi? Bence de sen daha çok Samara'sın. Kendine bile rol yapmaktan sıkılmadın mı? Hayatın sana sunduğu bunca şeyi nasıl kullanamazsın? Belki de kendini yeterince sevmiyorsun. Birileri kendini seviyor mu sence? O birileri Roadster sürüyor biliyorsun. Bunların suçlusu sensin. Ama hangi sen?<br />
<span style="white-space: pre;"> </span><br />
Kimsenin üstüne fazla gitmemek en iyisidir bazen. Birinin kendi içindeki karmaşayı bilmeden üstüne fazla gidilirse, zaten arayışta olan parçacıkları dengesizleşir ve bir noktada patlar. Biri patlıyorsa, size yakın bir yerde olmasından kaçının, kaçın ve ÜSTÜNE GİTMEYİN demek isterdim ama zaten kimse senin üstüne gelmiyor. Ben, o ya da onlar yormuyor seni. Eksikliklerin ve bunun sorumlusu sudaki yansıman. Sen ve sen tiyatrosu ebedi arafın. Senin şeytanın çok yakında ve mesih henüz doğmadı.<br />
<br />
<br />
Aslını aratmayan yalanlar kişinin kendine olan saygısını arttırır mı, düşürür mü? Sen cevapla ama dürüst ol bu kez. Yalanların çoğunu kendine söylemek yorucu olsa gerek. Canın acımasın istiyorsun, iğne darbeleri korkutuyor mu seni? Ucuz ve geçici bir dövme misin? Ucuz ve geçici. Hadi ama Samara, ekrandan çıkacak mısın? Ne zaman seveceksin kendini? Ne zaman doğacaksın tekrar? Kaç kez kapattın gözlerini hatırlıyor musun? Henüz keşfettiğin dünyada, varoluşunla barışıp son defa ölecek misin?<br />
<span style="white-space: pre;"> </span><br />
Yağmura anlam yüklersen her damlası ya bereketi, ya yıkımı anımsatır. Belki de her şeye fazla anlam yüklediğin için güldürüyor ve canını acıtıyor sıradan şeyler. Bırak yağmur ıslatsın ölmezsin, çok güldün diye ağlamak zorunda değilsin. Acıyı, hüsranı övme yeter. İnsanlar aydınlığı istese de güneş tutulmasını seyreder. Sen de seyret ama felaketi umarak değil. Hem sen de hayattaki inceliklerden keyif alan birisi olabilmeyi istemez misin? Bayılırsın renkli şeylere, gökkuşaklarını da seversin. Sarı çiçekler görünce koparma madem.<br />
<div>
<br /></div>
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
Emre G.http://www.blogger.com/profile/18071025437192221180noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-4881161804729308636.post-27422690076163867222017-09-05T12:05:00.004-07:002017-09-19T09:31:28.438-07:00Zor <br />
Buradan bir kaçış olmadığını ilk hisseden kimdi sizce? Orta çağ mı, ya da biraz daha eski? Atalarımızın düşlerinden DNA'mıza işlemiş bir his çaresizlik. Fark etmek demiyorum dikkat edin. Hayattan ve sunduğu onlarca vibratörden kaçış olmadığını ancak içinizde "hissedersiniz" sonunda. Ve bu filmin daha da devam etmesini istersiniz çoğunuz. Ödülünüz hiçlik orgazmları, sahte titremeler.<br />
<br />
<br />
Rijit bir duvara benzetelim bize öğretilmiş hayatı, buna yaslanmış çocuklar gibi güvendeyizdir de asla itemeyiz, yerinden oynamayan günleri. İtemeyiz dünyanın dayattıklarını. Güvende olma hissi ise bir işe yaramayışımızdandır. Sert yüzeye karşı birer kuş gibiyizdir. Aslında ne çok uçarız semada, neler hâyâl ederiz, belki de ne kadar sonsuz gökyüzü vardır kanat çırpabileceğimiz hepimiz biliriz. Milyon defa özgür bırakılsak duvara tekrar dönecekmişiz gibi değil mi? Son gücümüzle çarpsak sarsılmaz bile o lanet. Betondan surları balyozlarıyla yıkan insanlar nerede? Hayır kollarımız ne zayıf!<br />
<br />
<br />
Bilincimi kazandığım günden beri afallamıyorum beyler. Neden bir şeyler şaşırtma raddesine gelemiyor düşündük mü? Her şeyi ya "zaten öyle olacaktı" diye bekliyorum ya da sonuç beni şaşırtacak düzeyde bile olsa, etrafımda o kadar vaka gördüğümden mimiklerim oynamıyor. Riyakar olmadığımı biliyorum en azından, kendime yalan söylemem. Aynalarda yüzleşirim ve çoğu zaman bunun bir sonu olmadığını anlatır. O halde hissetmek, sevmek, ağlamak ya da nefret etmek neden böylesine abartılmış birkaç fenomen? Senin içinden ne geliyor? Ben salladım gitti. Bu yüzden mi şaşıramıyorum artık?<br />
<br />
<br />
Üstte yazanlar yaşamın kolay hâli.<br />
<br />
Emre G.http://www.blogger.com/profile/18071025437192221180noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4881161804729308636.post-35680518999871017462016-10-23T08:02:00.000-07:002016-10-23T08:09:59.198-07:00Siyah renk değilmiş Düşüyorum farkındayım. Hepimiz düşüyoruz, kendini iyi hisseden de düşüyor, az önce dünyalar kadar mutlu olan da, bulutların üstündeki daha çok düşüyor, halihazırda düşenler ise zaten düşüyor. Onlar sadece farkında olanlar. Hislerimiz, isteklerimiz ve başarılarımız kendi insani doğamızda olan açlıkları tatmin etmiyor. Bulmaya çalıştıklarımız veya hoşnut olacağımız şeyler önceden belirlendiği için düşüyoruz inan.<br />
<br />
<br />
Olduğumuz yeri asla sevmediğimizden yürüyoruz mütemadiyen. Bulamıyoruz elbette hiçbir şey, kaybolmuyoruz da ama. Yoruluyoruz, geberiyoruz ulan, duramıyoruz.<br />
Düşmeye yakın uyandığım rüyalardan biri olmasını isterdim, gerçi ben rüyalarımda da yere çakılıyorum.<br />
<br />
<br />
Diğer hayatımda sonsuz bir yamaçtan yuvarlanan yosunlu bir taşım da şimdi yaşadığım dünyaya mi yansıyor ivmelerim. Yuvarlanan taş yosun tutmazdı, yeterince gözyaşı yoksa. Çok karanlık değil be aslında yine bir kaç güzel şey yansıyor aynalardan gün içinde bana. Ya da bozuk değilim o kadar anladığın gibi. Bir kendine bak bir de bana, aramızda ne kadar fark var? Çok mu fazla? O halde ikimizden biri bozuk. Belki diyorum, BELKİ ikimiz de bok gibiyiz. Çözemiyoruz çok kötü.<br />
<br />
Popüler hastalıklarda bugün! Ne vereyim abime? [(kişilik bozukluğu) parantezinde] Borderline var bipolar var iyi gidiyor. Yok şizofreni artık çok tutmuyor be abla, getirtmiyoruz biz de. Düzgün sorunlu olan yok mu birader bu zamanda? Herkesin mi bir adı var? Adam gibi çıkıp "ben çıldırdım ulan" desenize. Tanıdığım iki üç insan vardı isimsiz deliliklere sahip diyebileceğim, onlar da dayanamamışlar. Üzülüyorum böyle olunca. Bipolarları tümdü, bozdurmuşlar 20'liklerle.<br />
<br />
<br />
Korkuyorum. Koşturmaktan değil, delirip bir hastalık ismi almaktan da değil. Yuvarlanmaktan, yosun tutmaktan değil. Gülmekten, sahteden veya gerçek olsun ağlamaktan değil. Sahneden inmekten değil. Yorulmaktan değil, kurallardan, olması gerekenlerden değil. Olması gerekeni belirlemekten değil, Bir yağmur yağdığında ıslanmaktan da değil. Tabutlar yağsa da korkmam gökyüzünden. Ölmekten korkmuyorum. Koşturuyorum, yoruluyorum, ıslanıyorum, kuruyorum yine. Korkum nereye koştuğumu görememekten.<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
Emre G.http://www.blogger.com/profile/18071025437192221180noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4881161804729308636.post-45550612906756390672015-11-13T13:21:00.000-08:002016-03-10T15:08:13.790-08:00Karanlık <br />
Dosdoğru bir olgu karanlık. Bazen gri, zifiri bazen. Kendi içinde anlamlı, hiçliğin aksine. Hiçliğin anlamsızlığına kapılmamış ve en az onun kadar havalı. Apaçık bir gerçek. Dış ortamdan bağımsız, uzayda sessiz, şehirde tehlikeli, ormanda ise ürkütücü. Sevişirken gerekli, gülüşürken lazım değil. Kurnaz değil, oyuncu değil, ışıktan bile hızlı. Adam gibi adam karanlık. Bize en yakın yerde sarar etrafımızı da göremeyiz. Koşullar el verdiğince tutabiliriz ucundan. Kendini bıraktığın yegane beşiktir o. En güzel yanı rengi yoktur. Ne parlaktır ne ucu açık bir soru seni rahatsız eden. O iyidir.<br />
<br />
<br />
Korkuyor muyuz aslında karanlıktan? Karanlıktan mı korkuyoruz, karanlığın getirdiklerinden mi?<br />
Neden sevemedik bi türlü anlayamam. Aydınlık diyoruz. Karanlık diyoruz. İlkini söyleyince bir ışık oluşuyor zihnimizde. Diğerini söyleyince bir bulanıklık. Bir negatif fonksiyon dizini. Koparıp alacakmış gibi bizi, yok öyle bir şey. Romantik rüyalarını gördüğün gecelerde o var. Çok sevdiğin uykunda da. En güzel kitapların sayfa aralarında karanlık, tek bir dokunuşla odanda. Sevdiğin insanı düşündüğün ilk akşamda.<br />
<br />
Ortamdan veya olaydan ilk uzaklaşan genelde insanın zihnidir. Bir şeyleri önceden sezdiğinde insan. Toparlanır çıkar oradan, bedenen olmasa da. İkinci adım karanlığın zihnindeki boşluğa girmesidir. Seni depresif yapabilir karanlık. Belki de hiçbir şey düşündürmez. Düşünmemen için çabalar. Belki de senin için en iyisidir o anlarda düşünmemek. İyiliğini ister aslında o. Hakkını vermediğimiz bir haktır kendisi. Bir yaratıcıdır, gözlemcidir. En kirli ve en güzel hislerinde oradadır. Anne karnındadır, tabutun içinde, toprak altındadır. Kaç paradır bir miktarı? Ederi nedir bilinmez. Dini, ırkı, sesi yoktur yüklemediğin sürece. En önemlisi yormaz seni ışığın aksine. Hadi kapat gözlerini.Emre G.http://www.blogger.com/profile/18071025437192221180noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4881161804729308636.post-46311997989254771822015-09-29T12:38:00.002-07:002015-09-29T12:52:53.075-07:00İfade edebilsem zaten anlardın<br />
Dizginleri eline al diyordu ama o kadar iyi laf yapmıyordu ağzı. Çok iyi konuştuğunu sanmasından başka bir yeteneği yok gibi görünüyordu. Pek de pasaklıydı ruhen. Bazen düzgünce bir şeyler söylediğinde kendi kendine böbürleniyordu. Bunu yapmasa belki iyi biri olabilirdi. Kendinden bahsediyor ve susmuyordu, başkasından bahsediyor olmasına rağmen. Merak edilecek bir yanı yoktu, sessiz bir bilmece değildi. Rahatsız edici de değildi. Tahlil yapılmasının sebebi neydi? Basit bir insanın tahlilini yapmak ne verir bize? Ne prim yaparız bundan? Basitleştirsek mi herkesi? Sanatçıları, aşıkları, savaşçıları, çok kızgın olanları, iyi insanları. Onlardan da binlerce vardı zaten.<br />
<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<iframe width="320" height="266" class="YOUTUBE-iframe-video" data-thumbnail-src="https://i.ytimg.com/vi/aJT4y0Oa180/0.jpg" src="https://www.youtube.com/embed/aJT4y0Oa180?feature=player_embedded" frameborder="0" allowfullscreen></iframe></div>
Kinetiktir enerjinin koşanı. Potansiyelime sokayım ortaya çıkaramadığım. Kirlettiklerimden yola çıkıyorum: Kaçı haketti saflığı? Rivayete göre konuşursak iyiden iyiye çıldırırız. Kesip atmam lazım kırılganlıklarımı. Camdan yapılma değiliz ya düşüp ölmeyiz bir kurşunla. Döktür dişlerini bir başkasına, senin kendine acıman yok nasıl olsa. Pis herif! Ne cürretle seviyorsun kendini? Aşşağılık orospu çocuğu? Lanet olsun annen seviyor yine de seni. Baban da seviyor çokça. Azıcık umudun varsa unutmadığın, sev yine bir şeyi. Gerçekten iplemiyorsan da ipin ucu orada. Git as kendini o sevdiğin rüyaların birinde.<br />
<br />
<br />
Kanı donduruyordu sözleri. Parlaktı aslında bir nebze. İlk kez görene güzel, görmeye devam edene ilginç, tanıyana şeytanın kekelemesi: s-sss-s-s-siktir. Tik-tak sürmüyor zaman. Tüm saatleri geri alsanız yine bugün olacak bugün. Dün odalarda bir ışık huzmesi anlatacak kimilerini size, anımsatacak bazı anları da kendi kendinize "ne karı gibi düşünüyorsun" demiyeceksiniz. Usulca kaptır kendini işte. Bırak geçsin gitsin inatçı şizofrenin.<br />
<br />
Ne okuyorsun ulan? Ne sikime bakıyorsun ki bunlara? Benim aklımda mısın sen? Öyle ise cevap ver sorduklarıma: Ne soracağımı bilmiyorum üzgünüm. Ne bok anlıyorsun? Ne umuyorsun da gözünü sağa uzunca kaydırıp birden sol başa çekiyorsun? Neyine güveniyorsun? Ne istiyorsun benden? Ne tür bir puştsun? Ne anlıyorsun yine? BENİM HATAM HEPSİ. Ben bilsem ne söyleyeceğimi, ben anlasam kendimi sen de bilirdin beni. Ben çözsem bu cehennemi bendeki veya en basidi:<br />
<br />
İfade edebilsem<br />
zaten anlardın.<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
Emre G.http://www.blogger.com/profile/18071025437192221180noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4881161804729308636.post-21065180120972071972015-09-11T15:55:00.000-07:002018-12-21T11:17:44.033-08:00Bütünler Aldatmacası Çok umursamazdım, on dakika öncesine kadar. Hayatı anlamlandırmaya çalışmanın saçma geldiği zamanlar, bunu yapmak istemediğimden umursamazdım işte. Hayatı anlamlandırmaya çalışmamızın bizi farkettirmeden yorduğunu anladığımı düşündüm bir an. Belki yorulmayı sevmediğimden, anlamlandırma çalışmanızı da sevemedim. Tercihlerimizi bile bir başkasının önümüze sunduğu bir ömürde, kendi tercihlerimizi yapıyormuşuz gibi gelmesine rağmen, yaptığımızın aslında o an önümüzde konan seçeneklerden en iyisini seçmeye çalışmak olduğunu anladım; ya evet, ya hayır. İşte bu bile istemeden yoruyordu sizi.<br />
<div>
Bilmem, belki de yorulmaya değerdir.</div>
<div>
</div>
<div>
<br /></div>
<div>
İnsan zihnindeki hayatının akışını belirleyen taraflar o kadar da bulanık veya verilmesi zor kararlardan oluşan bir ortam değil. İki taraf, tam olarak iki taraf vardır: Yaptıklarını ve sonuçlarını umursadığın; umursamadığın. İkinci tarafta olan insanlardan biri olduğumu görüyorum. Bazı olaylara verdiğim tepkiler, olur denilene olmaz diyişim, pervasız, bazen utanmaz denebilir, hayatın fazla komplike olmadığını ve sadece yaşayıp gitmenin gerektiğini sıkça düşünen bir kafa. Bir de diğer taraftakilere bakalım. Belki bir zamanlar benim gibi düşünmüşler ve doğru olmadığına karar verip onlar da kendi hayatlarındaki anlamı aramaya, belki de bulmuş gibi yapıp kendilerini kandırmaya başlamışlardır. Her neyse, vereceğim örnekteki insanların orta yaş ve civarları olmasının nedeni, bu sorgulamayı yapan insanların benim yaşlarımda olmaları, ve bu sorgulamadan bir anda çıkıp, genç yaşta düzgün bir yoruma sahip olamayacaklarını düşünmemden ötürüdür. O insanları tasvir etmem gerekirse şöyle kabasını çıkarabilirim: İşini ve eşini çoğunlukla ortalama düzeyde seven, rutin zevkleri ve bu rütinden biraz daha üst seviyede hayalleri olan insanlar. Birinin bankada çalışan bir memur olması veya diğerinin üst düzey bir iş adamı veya baba parasıyla bir yerlere gelmiş olması önemsiz. Saydıklarımın hepsi, kendi eşiklerine göre rutin hayatlara sahipler. Tartışacağımız konu, hangi tarafın haklı olduğu.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
<br /></div>
<div>
İlk tarafta uzun süredir bulunan biri olarak söyleyebilirim ki, ilk tarafın ve bu hayatı anlamlandırmadan yaşamaya çalışmanın sonu yükek oranla intihar veya bir şekilde kendini bu "anlam veremediği" hayattan soyutlayacak bir uygulamayla gerçekleşiyor. İroniktir, intihara ve uyuşturucuya karşıyım. Fazla detaya girmem gerekmiyorsa, savunduğum şey basitçe fizik ve felsefenin buluştuğu bir olay: Sebep sonuç. Eğer doğmam ve yaşamam gerekiyorsa, bir sebebi olduğunu düşünüyorum. Buna isterseniz dini isterseniz felsefi veya fiziki, isterseniz psikolojik veya parapsikolojik, metafiziksel bir sebep diyin. Bu sebebin benim anlayabildiğim tek sonucu hayatta olmamız. Sonuç hayatta olmamız ise sebebini yaşayarak öğrenme taraftarıyım. Ondandır ki taraf seçmeyi şu günden itibaren bıraktığımı söyledim kendime. Ne birinci, ne ikinci. Ben ortalarda bi yerde de değilim, bambaşka bir yolda ilerlemeyi sürdürüyorum.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
</div>
<div>
İnsanların hayatlarını bir amaca dayayıp devam ettikleri ömürlerinden ne beklediklerini düşünmeleri gerekli. Hafta sonları çocuklarıyla bir şeyler yapmak veya internetten kart oyunları oynamak. Karısıyla sıkıcı sevişme saatleri geçirmek veya bir başkasıyla gizlice, biraz daha heycanlı ha? Güzel şarkılar dinlemek, gitar çalmak veya spor yapmak. Kendini bir şeye adamak isteyen için bir çok şey barındıran bir dünyada yaşıyor olmaları ise büyük şans. Evet kendinizi bir çok şeye adayıp hayatın biraz da olsa dipte kalmış anlamını görmenizi engellemeniz mümkün. Bir gün dipte sandığımız şeyin gün gibi karşımıza çıkması dileğiyle. Öğrenmek ve kendini güncellemek için yaşa. Güncellerken eskinin bir kaydını da zihninde tut ziyan olmasın. Benden fazla düşünen bir atamız herhalde yanlış söylemiyordur. Farklı yorumlasam da şuan: Geçmiş geleceğin aynasıdır! geçmiş ayna ise ben öyle aynanın amına koyayım. Bir bok ifade etmiyor geçmiş. Hayat kendi sebebini bulma koşturmasıdır, Bunu ne geçmişten ne de yaşlı kokan ağızlardan çıkan yaşlı öğütlerden keşfedersiniz. </div>
<div>
Koşun ve kendiniz bulun. Benden önce bulursanız bana da haber verin, koşmayı sevmiyorum.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
</div>
<div>
<br /></div>
<div>
<br /></div>
<div>
</div>
<div>
<br /></div>
Emre G.http://www.blogger.com/profile/18071025437192221180noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4881161804729308636.post-84280642322932460732015-03-09T15:26:00.000-07:002019-10-24T17:37:47.688-07:00Korteksim "Hadi bi' check-up yaptırayım! Ölecek miymişim acaba?" deyip atıldığım macerada tahlil sonuçlarından kötü bir şey çıkmadı. Hatta o kadar bir şey çıkmadı ki parayı boşa verdiğimi düşündüm. Aslında tam olarak, anormal derecede normal olduğum ortaya çıktı. Sonuç olarak tamamen sağlıklı olduğumu söyleyebilirim. Kendi kendime çıkardığım psikolojik problemlerden başka beni rahatsız eden biyolojik veya kimyasal tehditler yok. Psikolojik rahatsızlık dediysem de öyle havalı şeylerden değil. Genzimde ton balığı parçası var sanıp, eğer gece uyursam nefessiz kalmaktan öleceğimi düşünüp tüm gece uyumayıp bilgisayarda oyun oynadığım türden bir rahatsızlık. Elbette boğazımda bir şey kalmamıştı.<br />
<div>
<br /></div>
<div>
Psikolojik rahatsızlıklara sahip insanların neden ilgi çektiği, diğer insanlar tarafından çekici göründüğü konusuna açıklık getiren bir yazı-makale göremedim bir yerlerde. Bu, bu günlerde ve bir kaç sene öncesine kadar uzanmış çok kısa tarihi olan bir olay, devam da edecek. Toplumun belli kesimlerinde sorunlu insanlara "deli mi sikti olum seni?" denirken; bazı kesimlerde bu sorunlar sanki bir lütuf ya da kişiye artı kazandıran bir nitelik gibi görülüyor. Bana kalırsa psikolojik problemi olan insanların problemleri sona erse bile etraflarından gördükleri ilgiyi sevdiklerinden bunu bir süre daha devam ettiriyorlar. Hiç problemi olmayan insanlar da bu ilgiyi görüp kendilerine yoktan problemler yaratabiliyor, inandırıcı olmuyor o ayrı.</div>
<div>
</div>
<div>
Yaşımın(!) ve yaşadıklarımın gösterdiği şeyler doğrultusunda söyleyebilirim ki insanlar kendilerini sevdirmek için, kendi bunu fark etmese bile, pek çok yolu deniyorlar. Bunların içinde psikolojik sorunlar da var ama onu bir önceki paragrafta inceledik, buradaki başlık ilgisizlik. Diğerlerine ilgisiz davranan insanlar o kişilerden ilgi göreceklerini düşünüp bunu denemiş, sonuçlarını gözlemleyip buna devam etmişler. Sonra da böyle bir popüler tavır ortaya çıkmış. İşe yarıyor yaramasına da aynı zamanda hakikaten çok gıcık. Bu tavrın sebebi aslında tam olarak kendini ifade edemeyen ve belki de konuşma özürlü insanların "bilmiyorsam susayım cahilliğim belli olmasın" lafını kendileriyle özdeşleştirmeleri. Ortalama düzeyde laflayıp benimle iletişim kuran insanları, ilgisiz insanlara on kere tercih ederim. Günahına da girmeyelim, belki "psikolojik rahatsızlıkları" vardır.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
</div>
<div>
BBC'nin alt yazıları kadar kalitesiz, aslında kalitesiz demeyeyim de baştan savma durumda yaşayan insanlar da yok değil çevremde. Bu insanların hayatımda olmasının sebebi de insanları hayatımdan çıkarmak veya hayatımda tutmak için özel çaba harcamamam. Kimisi bu tür şeyleri kendilerinin koyduğu çok keskin kurallarla belirliyor. "Falan filan yapan adam kesinlikle hayatımda duramaz!" Duruyor işte benimkiler, öyle yaşayıp gidiyorlar, falan filan da yapıyorlar ama iplemediğim kadar var oldukları için sorun teşkil etmiyor. Kimisi sorunlu, kimisi ilgisiz, kimisi çirkin, kimisi dinci, kimisi cahil ateist, kimisi saykolojik (psikolojik baydı) problemli insanlar. Bunları da sevenler genelde kendileri gibi olan insanlar oluyor. Kümelenmiş topluluklarında kasılmaya devam ediyorlar sadece. Çok az farklı görüşteki bir çok insan... Ee elbiseyi dore-beyaz gören de çok.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
</div>
<div>
Sesin, kulaklığın sadece sol tarafından geldiğini fark ettiğimde, şarkının 2. veya 3. dakikalarında olsam gerek, durdurmak istemedim. Çok severim Jeremy'i. Belki az sonra diğerinden de ses gelir diye bekledim ama gelmedi. Öyle dinledim 6 dakika, bu benzetme platonik sevgi için de geçerli. Diğerinden hiç ses gelmiyor arkadaşlar zorlamayın. E bazı şarkıları tek taraftan dinleyince de haz veriyor. Yine boğazımda balık var sanıyorum da nefes alamıyorum ama bu gece uyurum muhtemelen. Benim de sorunlarım var beni de sevin vatandaşlar. Dağlara yerleşesim var daha çok sevin. Bırakalım bu işleri hep beraber ama Into the Wild'da çok ütopya be!</div>
<div>
<br /></div>
<div>
</div>
<div>
</div>
<div>
<br /></div>
<div>
</div>
<div>
<br /></div>
<div>
</div>
<div>
</div>
<div>
<br /></div>
<div>
</div>
Emre G.http://www.blogger.com/profile/18071025437192221180noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4881161804729308636.post-10970995058592205732014-07-05T11:33:00.000-07:002014-07-05T11:45:37.872-07:00Tırnak içinde 21:45 Herhangi bir yazıya giriş yöntemi geliştirmek zor geliyor bana. Her zaman tutup alamıyorum insanları konu içine. Nitekim bildiğim şeyler doğrultusunda bazen başarabiliyorum bunu. Berbat bir blog yazarı olduğum gerçeğini düşündükçe, başardığım konusundaki endişelerim yeşeriyor. Kendimi karşılaştırabileceğim veya vahşice kıyaslayabileceğim insan da pek az olunca bu konuda iyi miyim yoksa kötü mü bilemiyorum.<br />
<br />
Konu demişken, konuyu "konu" yapan duymayı sevdiğiniz şeyler mi yoksa yeni baştan sizi heyecanlandıranlar mı? İkisini aynı potada karıştırmak mümkün olabilir mi? Olsa da okusak diyorum bazen, ben de yapmaya çalışıyorum ama bu ikisinin ortak olduğu tek bir nokta bulamıyorum. Hem beni heyecanlandıracak, hem de bildiğim bir mevzu olacak. Bir şeylerden heyecan duymak için illa bilmememiz veya önceden tadına bakmamamız mı gerekir? İlk kez su kaydırağından kayarken duyduğum heyecanı hatırlıyorum, onun gibi bir şeyden bahsediyorum işte.<br />
<br />
İlk deneyim heyecanı gibi heyecanlandıran, aynı zamanda rutin olan. Nedir ki bu? Aşık birine sorsanız size sevgilisinin adını söyler, araba tutkunu olan birine sorsanız istediği arabayı söyler, bir kitap kurduna sorsanız size en sevdiği kitabı söyler vesaire ama aslında söyledikleri sadece sevdiklerindendir. Bir şeyden heyecan duymak için onu önceden yaşamamış veya tam anlamıyla hissedememiş olmamız gerekir. Bu yüzdendir ki herhangi bir denemenin, hikayenin beni-bizi heyecanlandırabilmesi için özgün olması gerekir. Özgünlüğün tanımının oldukça genişletildiği bir dönem için pek iddiasız bir düşünce benimkisi.<br />
<br />
Özgünlüğün pek ele ayağa düştüğünü görüyorum. Herkesin dilinde bir özgüNlük narası dolanıyor. Ne çok seviyorlar özgünlüğü. Herkes sevdiğine göre bunu, özgünlüğü sevmek özgün olmuyor. Güncel olaylardan, aynı kitap ve filmlerden etkilenenlerin özgün olmasını bekleyemiyorum. Yorumlama tarzları ne kadar farklı olursa olsun etkilendikleri şeylerin ana fikirleri birbirine paralel. Belki ben yanılıyorum, özgünlüğün tanımı gerçekten yaratmak değil de aynı mevzuları farklı süzgeçlerden geçirip tekrar ortaya koymak ve buna yaratıcılık demektir. Öyle ya da böyle "özgün" bir eser ortaya çıkarırsanız her zaman bir adım önde oluyorsunuz.<br />
<br />
Bir adım önde olmak her zaman iyi olmayabilir, arkadan gelenleri göremediğinizde sizi geçtiklerinde daha çok şaşırırsınız. Her zaman bir adım geride başlayanlar için gülünç, önde olanlar için pek acı olabilir. Önde başlayıp önde bitirmek de Usain Bolta mahsustur. İzleyenler ise her zaman işten keyif almaya bakarlar, senin bir adım önde olduğun veya arkada başladığın sadece fanatikler için mühimdir, fanatik izleyicin yoksa sadece kendin için endişelenebilirsin. Çirkin insanların pek az izleyicisi olur zaten, onlar da "bir adım" geride başladıklarına göre temsil etmeleri gereken bir kitle de yoktur.<br />
<br />
Bir kitleyi temsil etmek başlarda "heyecan verici" olsa da sonralara doğru uğruna adanmış bir amaç veya bir gövde gösterisine çok rahat dönüşebilir, bir kitleyi pek fazla temsil ettiğimden mi söyleyebiliyorum bunları? Hayır öyle bir şey yaşamadım ama tahmin etmesi zor değil, belki de zordur ve şuan söylediklerim tam anlamıyla deli zırvası olabilir, bunu ancak belli bir kitleyi temsil eden biriyle karşılaşınca öğrenebilirim. Düşününce, acaba bir kitleyi gururlandırmak daha çok hoşuma giderdi yoksa kendimi ortaya koymak mı? Bu iki seçenekle kişilik bile belirlenebilir, tabi dışarıdan görünen her zaman ilk seçenek olacaktır çünkü biri bir şeyi başarıp, kendini ortaya koyup kendi kıçıyla övünürken diğerlerini de aynı zamanda gururlandırıp iyi temsil etmiş gibi olacak. Aynı zamanda diğerlerinin başarılarıyla oldukça övünen bir millet olduğumuz gerçeği de bizi biraz yerimizde saydırıyor sanki. Koşu bandında koşmak gibi değil bu, kalori de yakamıyoruz aynı zamanda, safi zarar.<br />
<br />
Bahsedecek belli başlı bir konu bulamayıp aynı tempoyla koşturdum buraya kadar. Heyecan verici, özgünlük, bir adım önde veya geride olmak, bir kitleyi temsil etmek hepsinden az çok konuştum, belli bir konunun olmaması ise yazının ana fikri. İlk deneyim heyecanı gibi heyecanlandıran, aynı zamanda rutin olan. Nedir ki bu? Bu yazı olmadığı konusunda hemfikiriz.<br />
<br />
<br />
<br />
<br />Emre G.http://www.blogger.com/profile/18071025437192221180noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4881161804729308636.post-58646647952890065512014-02-26T11:16:00.003-08:002014-02-26T11:27:25.494-08:00Mavi hap İnsanların, dudakları ve burunları arasında kalan küçük çukurun nasıl olduğunu bildiklerini sanmıyorum. Şöyle ki: insanlar doğmadan önce yaşayacakları hayatlarını bilirler, her insanın burnuyla üst dudağı arasındaki kısma bir melek dokunur, o dokunduğu anda çocuk dünyaya gelir ve hiçbir şeyi hatırlamaz. Açıklama fantastik olsa da bir o kadar saçma, bir filmde duymuştum. Bu açıklamayla giriş yapmamın sebebine gelince, hepinizin siyah baklava deseni işlemeli çizmeler giymesinden daha makul bir sebebi yok. Son bir aydır bu diyarlara elimi sürmemem rahatsız etti beni, karalayayım biraz dedim.<br />
<br />
İki üç sene öncesine kadar yaşadığım şehrin sokaklarını, hangi otobüsün nereden geçtiğini bile bilmezdim. Son iki senede çok sürttüm orda burda. Her yolunu ezberledim, her köşe başını, geçtiğim yerlerin kokusunu, tekin olmayan yerlerini. Okul, dershane derken otobüsle tur attım da attım ama dün akşam babamla arabadayken farkettim şehri iyi tanıdığımı. Eskiden yanımda olan insanlarla geçtiğim yerleri gördüm yine, hüzünlenmedim veya pek de tuhaf hissetmedim. Bana göre küçük şehir, her yerinde tanıdık anılar görülüyor. Rivayete göre Ferhat'da deldiği dağlara tekrar bakarken böyle hissedermiş.<br />
<br />
Bu şehri sevmiyor değilim, bazen iyi bazen kötü. Her sokağının bir anısı yok. Her anısı olan yer de sokak değil. Yağmur yağınca karpostal görüntüleri oluşmuyor üstelik. Birkaç damla yağmur yağdı geçen gün, tek şemsiyesi olmayan bendim yine sokakta. Sol tarafım ıslandı, sağ tarafım ise Ariel'le yıkanmıştı. Şemsiyemin olmaması pek de mühim değil zaten, her zaman yağmur yağmıyor. Kitaplarım da ıslanmadığına göre pek de sorun değildi benim için.<br />
<br />
Sizin yaşadığınız şehir benimkiyle aynı olabilir veya olmayabilir. Eğer aynıysa sizin gün içinde bastığınız yerlere ben de defalarca basmış, geçtiğiniz yerlerdeki havayı defalarca tenefüs etmiş olabilirim önceden. Benimle birlikte birçok insan buna dahil olmuştur. Ortak malımız aslında sokaklar, parklar, bahçeler, yolun kenarındaki ağaçlar. Lambaları sarı yanan köşe başlarında bile hisselerimiz var bu şehrin, ufak da olsa. Bundan sonra da aynı yerleri göreceğim konusunda kuşkum yok. Yine aynı yerden geçerken bir yazıyı okuyup gülerim seneler sonra. Siz de gülersiniz, o yerde gülmek de ortak paydada sayılmaya başlar.<br />
<br />
Kimse hayatının geri kalanının aynı şeyleri devam ettirerek geçeceğini düşünmez, bilmez daha doğrusu. Aynı şehirde yaşayacağını, bundan sonra da neredeyse aynı seviyede kalacağını ve aynı şeyleri izleyip güleceğini idrak edemez. Gelişeceğine ve çok şey göreceğine inanır, yaşadıklarıyla olgunlaşacağına. Karar verip hafta sonları bowlinge gitmek veya yeni bir kitaba başlamak sizi olduğunuzdan daha farklı biri yapmaz. Ortada bir çizgi vardır ve bu çizgi sizin hayatınızın genel akışı olsun, arada bir birkaç zikzak olsa da hep o çizgide sürüp gideceksiniz. Sizin seçtiğiniz hayat en fazla hangisi olabilir, kırmızı hap mı?<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />Emre G.http://www.blogger.com/profile/18071025437192221180noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4881161804729308636.post-71694262931796657652014-02-24T13:14:00.000-08:002014-02-24T13:14:30.443-08:00YetişmekBugün yine iki otobüs yapıyorum, bazı günler üç oluyor. Her sabah otobüse bindiğimde ağzına kadar dolu ise bu doluluğun %90'ı imamhatipli, imamhatip öğrencilerinin inmesini bekliyorum yine 2-3 dakika. Onlar inince kimse kalmıyor otobüste, hacı yağı kokusu da bi anda silinip gidiyor koltuklardan. Muavin gelip benden ücret isteyene kadar dışarıya bakıyorum, sonra kulaklığımı takıp aynı şarkıları dinliyorum. Bulutlara bakıyorum arada ama benim için anlamları yok. <div>
</div>
<div>
Belediye otobüsleri rahat taşıtlar, klimaları ve rahat koltukları var benim bindiklerimin. Bir gün içinde uyuyup kalırsam sanırım tüm bir şehri turlamak zorunda kalırım. Gidişte bindiğim otobüse dönüşte de biniyorum, giderken farklı bir mahalleyi dolandığı için dönüşte daha kısa sürede geliyor bizim mahalleye. Bu yüzden dönüşlerde müzik dinlemiyorum ama akşam dershaneden dönersem o zamanları bazen dinliyorum. Dönüş yolunda yorgun olduğum için başımı cama yaslıyorum, otobüs titrediği için rahatsız oluyorum, kulağım kaşınıyor bu yüzden. Kafamı çekince ilerdeki sıralarda oturan insanları kesiyorum. Ne kadar çirkin insan var bu civarlarda. </div>
<div>
</div>
<div>
Kaç senedir her gün gördüğüm aynı yollar, sadece etrafında yeni bir kaç bina veya park. Aynı yollarda dolaşan insanlar bile aynı. Benim gibi aynı otobüse binen insanlar o kadar fazla ki, senelerdir yüz yüze bakıyoruz, ne bir selam ne bir tanışıklık. Onlar da farkında mı acaba bunun, her günün sabahı veya akşamı aynı otobüste beraberiz. Yine geçiyorum aynı yerden, gözlerim birilerini mi arıyor diye soruyorum kendime, yanıt bulamayınca mırıldanmaya başlıyorum. Önceki gün dinlediğim bir şarkının nakaratını mırıldanıyorum, insanlar duymasın diye sessizce. Doğrusu mırıldanıyor muyum bilmiyorum, kulaklık varken kendi sesimi nasıl ayarlayabilirim ki? Gerçi ben farkediyorum onu. Söylenirken ayaklarımı yere vuruyorum, ritim tutuyorum. Rahatsız olan birini görürsem bırakıyorum.</div>
<div>
</div>
<div>
Yeşil-beyaz renkleriyle Adana'nın vazgeçilmez özel araçları, benim günümün önemli bir bölümünü oluşturan bu otobüsleri yok saymam mümkün değil. Akşam eve dönerken daha sessiz oluyor, bunu seviyorum. Sessizliği bozan unsurlar olursa müdahale etmekten çekinmiyorum. Akşam vakti arka 4'lüde oturan 4 kızın iğrenç kahkalarıyla güldüğünü duyarsam dönüp uyarıyorum. Bu otobüslerin belli bir atmosferi var, yanık kilotlu çorap kokusu veya yüksek ses bozmazsa hep aynı kalacak.</div>
<div>
</div>
<div>
Eve dönüyorum yine. Muavin ücret sormayı unuttu ben de vermedim. Devamlı müşteriyiz sonuçta, bir kereden bir şey çıkmaz diyorum kendi kendime. Biraz uzun süreceği için kulaklığımı takıyorum. İnsanlar tek tek oturuyor koltuklarda, ayakta çok az kişi var ve ses yok. Müziğin sesini kısıp başımı cama yaslıyorum, otobüs titrediği için kulaklarım kaşınıyor ama geri çekmiyorum. Yokuş çıkmaya başlayınca titremesi de kesiliyor otobüsün. Ay bazen çok büyük ve sarı oluyor, bugün de o günlerden. Aya bakıp üstündeki karartıları bir şeylere benzetiyorum. Yemek yapan bir tavşana benzetiyorum bir açıdan, başka şekilde bakınca dans eden bir çifte benziyor. Benzediği şey her ne olursa olsun güzel bir obje ay. </div>
<div>
<br /></div>
<div>
Her gün iki otobüs yapıyorum, bazen 3 oluyor. İlişkim hiç kesilmiyor bu taşıtlarla. Arabalara ilgim olmadığı için üniversitede de beraberiz gibi görünüyor burdan. Memnunum üstelik, benim için günün sakin ve dinlendirici yarım saat- kırk beş dakikası oluyor. Bir de sarsılma sorununa çözüm bulsalar herkes için hayırlı olacak. Otobüs lan bu sonuçta, bu kadar yazmaya değecek kadar ne yaptı ki benim için? Aslında hiçbir şey. Bu yazıyı neden yazdığımı düşünürsek, bugün 1 buçuk lira ücretini vermedim muavine, onu ödüyorum.</div>
Emre G.http://www.blogger.com/profile/18071025437192221180noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4881161804729308636.post-89155254386802629312013-12-07T13:33:00.002-08:002014-05-20T04:52:54.438-07:00Koza<br />
Hayatı boyunca bir saatte katettiği mesafe 2-3 metreyi geçmeyen canlı, tırtıl. Belki de hiçbir şey uzunca düşünmeyi gerektirmez bu hayvanlar üstünde. Ne de olsa tırtıl anasını satayım, koşup zıplayıp, taso oynayamadıktan sonra ne anlamı kalır pasif hayatın? Pasif hayat nedir abi? Zıbarıp yatarsın yarım saat sonra. Konuya u dönüşü yapmak gerekirse, kimliğindeki küçüklük fotoğrafın bile bir tırtılın hayatından daha yarrak gibi olamaz.<br />
<br />
Bir tırtılı tarif etmek oldukça basit, ayak ayak ayak ayak ayak. Oldukça fazla ayakları vardır, hatta o kadar çok ayakları vardır ki koşamadıklarına inanamazsınız. Nitekim tırtıllar koşsa, dünya çok daha farklı bir yer olmazdı. Sadece ben mi farkediyorum bu yaratıkların harbiden sikimizde olmadığını? Ha bizle de ilgilendikleri söylenemez hayvanların, sessiz sessiz yaprak yiyorlar.<br />
<br />
Aslında trajik hikayeleri var denebilir, bu yüzden prim yapmaya uygun hayvanlar. Uyuz uyuz yaşa, hayatının son kısmı "kelebek" dönemi için kozanı ör, içinden çık iki gün kanat çırp ve öl. Belki de tüm tırtıllar kelebek olmak için yaşıyordur, sınav kaygısı da yoktur büyük ihtimalle, ot yiyip iki üç gün sonra kanat çırpmak. Hayır hippilere benzemiyorlar, hippiler ibnedir. Bir çok yönden melankolik hayvanlar, en azından mutlu ölüyorlar gibi.<br />
<br />
Beyinlerinin olduğuna bile şüphe ederim aslında bu yaratıkların. O kadar basit ki tüm hayatları boyunca yaptıkları iş. Toplumda görüp, sıradanın altında insan sınıfına sokup zeka seviyesini sorguladığımız insanlar gibi tıpkı. Lakin hiçbir insan ölmeden önce kanatlanıp uçamıyor dünyada, basit diye nitelendirdiğim hayvanın bunu yapabilmesi bize çarpan bir tokat mı? Yoksa öğrenilmiş çaresizliğinin bir eseri miiiii? Hiç de bile lan, amına koyduğumun hayvanı kimin umrunda?<br />
<br />
Öleceğini bilen bir kanser hastasının hayatının son dönemini güzel geçirmek istemesi gibi, kelebek olmak onlar için. Tek farkı öleceğini bilmiyor olsa gerek tırtıllar. Hayatının son dönemini yaşayan bir adamı yolda yürürken rahatsız ederseniz "nabıyon amına koyim ya siktir git başımdan birader" gibi bir tepki verebilir. Belki dövebilir bile sizi. O yüzden çayırda, kırda, bayırda artistlik olsun diye kelebekleri kovalamayın, entelliğin lüzumu yok. Aynısı size yapılsa hoşunuza gitmezdi.<br />
<br />
Emre G.http://www.blogger.com/profile/18071025437192221180noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4881161804729308636.post-43299040024868641792013-10-13T13:33:00.001-07:002013-10-13T13:33:33.442-07:00KİNE-MA Oturduktan sonra kalkması kolay olur der bizim hoca. Muzır bir düşünce mi bilemem ama sınıftakilerin suratında anlamsız bir tebessüme yer verdiğinden, kafamda bir kaç soru işareti bırakmış. Muzırlık çevremde artık her yerde rastladığım şey. Utanma arlanma kalmamış yahu. Otobüsteki eşcinsel kızların arkasında oturan teyze gibi söylendim. Bilmiyorum doğru yazıyor muyum, muzur mu yoksa? <div>
<br /></div>
<div>
Affeder misiniz beni temponuza yetişemediğim için? Üzgünüm lakin bu temponun yolu yol değil. Yol ise ben kestirmeyi seçeyim o halde. Bırakın da konuşayım yahu istediğim gibi, istediğim gibi konuşturmadığınızdan değil beni, zaman bulamadığımdan. Size lafım yok, tüm lafım size çünkü. Bir insan ancak uyurken sizin kadar masum olabilir, eğer masumluğun kelime anlamı 'gerzeklik' olsaydı. Sen oradaki! Kedi mi istiyorsun? Şuradaki de istiyor, senin istemenden dolayı. Ne ara çok sever oldunuz kedileri? Harbiden çok olmaya başladınız. Hastalığınızı az ötede yayın ne olur, dahil olmak istemediğim adamlardansınız. Neyse ki bağışıklığım var, azınlığın azınlığında olmamdan ötürü. Götürüsü yok bu işin benden, bıraksanız düşünmeden yaşarım yüz elli sene falan ama sarımsağı sevmesen de kokusunu alırsın. Kokmayın bana daha fazla beyler. </div>
<div>
Üstelik burnumu da kapatamıyorum.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjUQm3WMszYsfVn4c6wL9K_Fc2QkvnAfrFjGergEL4NoH1SAb09CLzg9UY7Z6d5Kv8Tsdlce619b9srcyd5pB_I-l-8ugb5fTbiXRozB2NROtbkcPx9THGC9HxmWWrHSXRLTX9d8hzzxxwn/s1600/asdasdasda.gif" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="247" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjUQm3WMszYsfVn4c6wL9K_Fc2QkvnAfrFjGergEL4NoH1SAb09CLzg9UY7Z6d5Kv8Tsdlce619b9srcyd5pB_I-l-8ugb5fTbiXRozB2NROtbkcPx9THGC9HxmWWrHSXRLTX9d8hzzxxwn/s320/asdasdasda.gif" width="320" /></a> Rock'n roll lafının kelime anlamı nedir bilir misin? Sallan yuvarlan demektir. Marijuana, seks ve alkol anlamlarına gelmez anlayacağın. Tabi senin anlayacağın dil gökkuşağının bittiği yerde. Gökkuşağı gibi güzel bir şeyi de siktiniz ya helal size. Gökkuşağının aksine siyah beyaz kliplerinizi ve retro gözlüklerinizi de alıp gidin buralardan. Ya da siz kalın buralar gitsin, ben de buralarla beraber gideyim, çay falan içeriz. Güneş aydınlatırken beni takmam güneş gözlüğümü, zararlı olsaydı güneş, kur-an'da geçerdi güneş gözlüğü. Bırakın allah için bunları ya. Kapılıp gittiğiniz nehrin aktığı denizin amına koyayım ayrıca.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Senin sevdiğini ben sevmiyorsam inan senin sevdiğinden dolayı değil, sevmediğimden. Ama şuradaki çok seviyor, sevdiğinden. S2mde olduğunuzdan değil, kötü koktuğunuzdan ayar oluyorum size. Kalk hadi biraz öteye bak, şu ankinden farklı bir şeyler görebiliyorsan ne mutlu sana.Ya da kalkma, gözlerin açık olsun yeter. Aslında devam et istemiyorsan, istemiyorsan boşver uyu çünkü uyurken hiç hissetmezsin.</div>
Emre G.http://www.blogger.com/profile/18071025437192221180noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4881161804729308636.post-17270478879878329252013-08-06T15:48:00.001-07:002013-08-06T15:48:12.473-07:00Bok gibi bi gece <div>
Saat gece yarısını çoktan geçti. Dünya, şuan bulunduğum konum dolayısıyla tam bir dönüşünün dörtte üçünü tamamladı. Sana bir kaç şeyden söz edeceğim, üç beş meta. İnsanların yaşarken ayırt edemediği, etmeye çalışmadığı, belki çoğu insanın ölene kadar fark edemeyeceği doğru ve belki de yanlış şey. Her zaman bahsettiğim metafiziksel konuların çok dışında ve her bir buçuk saniyede bir içine çektiğin nefes kadar sana yakın olan. </div>
<div>
<br /></div>
<div>
Bilmem hiç galaksilerle, başka yıldız sistemleriyle ilgili belgeseller izledin mi? İzlemediysen kısaca bahsedeyim; Futbol sahasının ortasındaki toplu iğne bizim güneş sistemimiz olsun. Bu oranla futbol sahası samanyolu galaksisi, ve milyarlarca futbol sahası daha var evrende. Kimisi bizimkinden büyük kimisi küçük. Evreni yöneten bir şey bile olsa inan herifin umrunda bile olamayacak kadar ufacık bir yaşam alanına tıkılıp kalmış ufaktan da ufak canlılarız. Kendimize öyle güzel bir evcilik oyunu hazırlamışız ki, kimse kafasını evin penceresinden çıkarıp dışarısının ne kadar büyük olduğuna bakmak istemiyor. Dünyadaki tüm dinlere ters düşen bir varsayım bu. Tüm bir evrene göre on üzeri eksi 100000000000000000000000000000000 sıfır büyüklüğündeki veya küçüklüğündeki dünyadaki, dünyanın büyüklüğüne göre on üzeri eksi 1000000000000000000000000 büyüklüğündeki tek bir bireyi düşün, tek bir insan. O insan sen ol. Ne çok sorunun var değil mi? Ailenle yaşadığın, arkadaşlarınla veya sevgilinle yaşadığın onlarca sorun. Onlarca kocaman sorun. Sorunlarının sayısı yıldızların sayısını geçemez unutma. Anlatmak istediğimi anladığını umuyorum. Şehir seni umursamaz, dünya seni umursamaz, tüm bir galaksinin sikinde bile değilsin. Seni tanımıyorlar bile. On milyarlarca yıl yaşayan koca kütleli bir yapıda yalnızca yetmiş beş sene yaşayan sonra unutulup giden canlı için büyük sorunlar bunlar.</div>
<div>
</div>
<div>
</div>
<div>
Savaş. Ne kadar basit gelse de kulağa, aslında üzerinde durup bir düşünülmesi gerekir. Düşünmeni istiyorum senden, evinde oturup götünü yayarak televizyon izlediğin veya telefonunla uğraştığın sırada kapınızın kırılarak içeri heriflerin girip önce babanın boğazını kestikten sonra annene, sana ve kardeşlerine defalarca tecavüz edip öldürmeleri. Savaş bir konu başlığıdır, biraz aralayınca içinden pislik çıkar. Söz ettiğim şey uzak değil sana, uçakla bir kaç saat mesafedeki bi yerde oluyor bunlar. Sen ise gireceğin sınavı veya içtiğin içkiyi düşünüyorsun. Sınavdaki soruların sayısı veya biradaki alkol oranı çocukların mezarlarından çok değildir unutma. </div>
<div>
</div>
<div>
Hiçbir zaman kendime karşı gelmedim. Bir bok olmadığımı hep bildim, hala biliyorum. Bir bok olmadığınızı da biliyorum. İnsanların yarattığı bu dünyada "değer" dedikleri bir çok şeyin yanıp bitmiş bir kömürden bile değersiz olduğunu da biliyorum.Televizyon programları, şarkılar, geçmişten bugüne süregelen belli başlı kurallar ve uydurulmuş masallar tüm bir değer yargısını oluşturuyor. Güzel kadına güzel dememin sebebi bana öğretilmiş olan güzellik olgusudur. Atalarım güzel kadın görünce armut deselermiş, ben de şuan güzel bir kadın gördüğümde armut derdim. Çünkü öyle öğretildi, öyle işlendi aciz beynime. Aşık olduğum kadına aşık olmamın sebebi bana aşk diye bir şeyi öğretmelerinden ötürüdür. Eğer söylediklerimin aksine aşk denen bir şey varsa, tanrı da var demektir. </div>
<div>
</div>
<div>
<br /></div>
<div>
</div>
<div>
</div>
<div>
</div>
<div>
<br /></div>
<div>
</div>
<div>
</div>
<div>
<br /></div>
<div>
</div>
<div>
</div>
<div>
<br /></div>
<div>
</div>
<div>
<br /></div>
<div>
</div>
Emre G.http://www.blogger.com/profile/18071025437192221180noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4881161804729308636.post-27085159970590212932013-03-11T12:34:00.001-07:002013-03-11T12:34:52.474-07:00Küllerim <div>
<br /></div>
<div>
</div>
<div>
Antredeki dolabı silmeyeli uzun zaman olmuştu, ilaçlarımı mutfaktan alıp dönerken fark ettim. Zaten sevmediğim bir dolaptır, sürekli çatırdar durur. Onu da suçlamamak lazım. Yirmi senedir orada çatırdamayı bekliyordu. İki katlı evimin çatı katındaki odada kırılmayı bekleyen küçük pencere gibi. O kadar normal bir biçimde kırılmıştı ki, normalliğinden dolayı tamir etme ihtiyacı bile duymadım. Kırılıp düşen parçasının yerinden içeri sızan güneş ışığı her gün tam karşıdaki çekyatımın bir parçasına yansımış, rengini soldurmuştu.</div>
<div>
Bu yüzden pencereyi de sevmez oldum.</div>
<div>
</div>
<div>
Hiç oturup düşünmemiştim gençken bu günleri. Çok eskiden pek bir şey ifade etmiyordu yaşlılık. Huysuz herifler, teyzeler gibi görünüyordu hepsi. Belki bana gösterilen kısmı böyleydi ya da ben de şuan aksinin tekiyim. Bunu idrak edeli uzun zaman oldu diyebilirim. Çoğu şeyi idrak edeli uzun zaman oldu desem daha doğru olur. Çünkü yaşlılık, sahte engellerin, oyalanılan gerçeklerin yok olduğu; hayata dair neredeyse her şeyin açıklığa kavuştuğu bir dönem oldu bana göre. Yaşlılığı, yaşlı bir adamdan dinlemek kadar tatlı ve heyecansız bir şey yoktur. Biraz bahsetmek gerekirse, yaşama gözlerini açan, hiçbir şey bilmeyen küçük bebek büyür, gelişir ve hayatın sonunda artık çok şey bilen bir bebeğe dönüşür. Daha sonrasında maddi dünyayı terkeder. Çayımı içmeden ölmeye hiç niyetim yok, en iyisi gidip ocaktan alayım.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Kendi adıma inandığım bir söz vardır, birileri söylemiş ama onu da hatırlamıyorum ki işte "Yaşlanmak bir daha tırmanmaya benzer; çıktıkça nefesin daralır ama ufkun genişler." gibi bir şeydi. Oğlumun da hoşuna gitmişti ona ilk söylediğimde. İlk tepkisi - E zaten sizin her zaman nefesiniz daralmıyor mu? olmuştu. Yaşlılara has gülümsememi takınıp - Nefesim daralıyor olabilir ama dağın zirvesinde olan benim ve burdan öyle görülüyor ki senin daha çok tırmanman gerek. diyip omzuna elimi koydum. Bakışlarımdan her şeyi anlayabilecek bir çocuk o. Eminim söylemek istediğimi çok net kavramıştı. Onu soracak olursanız o da gayet iyi şu anda, bana haber vermediği kötü bir şey varsa orasını bilemem. En iyi yatırımım diyebilirim oğlum için. Kendi kendine gelişen, büyüyen bir yatırım. Bir süre sonra kendi yatırımlarını yapacak olan. Devri daim durdurulamaz sonuçta. Devri daimin bir parçasıyken, devamlılığının sağlanması da benim elimde. Yetmiş yaşında bir babalığa göre iddialı konuştum öyle değil mi? </div>
<div>
</div>
<div>
Bundan altı sene önce eşimi kaybettim. Ölümlere üzülmeyi çok önceden bırakmıştım zaten. Kollarında ve ellerinde kahverengi lekeler vardı. Güneş lekeleri işte, pek mühim değil. Lekelerini de seviyordum ben onun. Şimdi fotoğrafları ve kıyafetleriyle yetiniyorum. Önce aşkı, ardından alışmayı, ardından alışmakla aşkı beraber tanıdığım kadın. Herkes birilerini sevdi etrafımda, ben de çok sevdim, sonra birer birer göçmeye başladılar. Şimdi çocuklarımı ve torunlarımı seviyorum. Beni üzen kısmı da karımın, onun da gitmesiydi. Hiç yaşlanmayacakmışız gibi başladığımız çoğu heycanın sonunun sallanmayı bile unutmuş bir sandalyede olacağını göremedik. Bu konudan fazla bahsetmek istemiyorum.</div>
<div>
</div>
<div>
Uzun iş hayatımda hiç çok yorulmadım bu son aylarda yorulduğum kadar. Onca sene eskitememişti yüzümü, bu günlerde eskidiği kadar. İdare etmeye çalışıyorum yine de, salondaki buğday rengi duvarları önce daha açık bir renge boyattım geçen sene. Pek bir şey farketmedi çünkü salona yaklaşık geçen seneden beri girmiyorum. Yatak odasındaki tuvalet aynasına dokunmadım, üstünde parfümleri ve tarakları hala duruyor. Kimyasal bilmemnelere uğramamış mı bu parfümler? Odamız hala o kokuyor, belki de burnum çok eskide yaşıyor hala. Bundan memnun değilim diyemem. Ben de neredeyse tüm diğer yaşlılar gibi, şimdiki anı geçmişte yaşayıp, geleceği tatsız bir özlemle bekleyen buruşuk suratlılardanım. Şu anın benim için önemi yok, tabi ilaçlarımın vakti gelene kadar. Çayımın yarısı bitmiş bile, şu ilaçları bu gün içmeyeceğim.</div>
<div>
</div>
<div>
Beni anlayabilmeniz için dağın tepesinde olmanız gerekmiyor. O kadar da özenilen bir şey olmadığını pek tabii biliyoruz yaşlılığın. Her şeyle dolu bir hayatın her gün hatırlandığı, bazı şeylere değil her şeye özlem duyulan bir şey. Özlem duymayı gençlikte bırakabilsek o yine iyi. Bırakamadım ben, diğerleri gibi. Böyle bahsedince sanki tamamen farklı bir canlı türü gibi algıladınız biz ihtiyarları. Hepinizin nihai sonucu bizleriz. Sizler, gençler, orta yaşlılar de bizlerin nihai gençliklerimizsiniz. Biz yaşlılar da gençtik, sizin gibi neredeyse her şeyi yaşadık. Siz de yaşlı olmayacakmış gibi yaşayın. Bizler de öyle yaptık. Bundan memnun olup olmadığımı bile hatırlamıyorum.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Antredeki dolabı silmeyeli uzun zaman oldu. Her şeyi kapının arkasındaki dünyada bırakalı ise daha uzun. Büyük evin tek odasını sevmeye başlayalı ise çok daha uzun. Her sabah yine yüzümü yıkıyorum, ekmeğimi getiren çocuğa harçlığını veriyorum. Çayımı demleyip, önceki gün uyurken uyuyakaldığım kitabımın sayfalarını çeviriyorum. Rutine bağlanmasından hoşnut değilim de diyemem. Yapacak daha iyi bir işim yok. Şimdi kitabı sağ tarafımdaki eski masaya bıraktım, sallanmayı bile unutmuş sandalyemde hafif salınımlarla tek bir fotoğraf olan duvara bakıyorum. Her hatıra ile aynı kefeye koymadığım kişiyle başbaşayız yine. Sanırım çayım bitti.</div>
<div>
</div>
<div>
<br /></div>
<div>
</div>
<div>
</div>
<div>
</div>
<div>
</div>
<div>
</div>
Emre G.http://www.blogger.com/profile/18071025437192221180noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4881161804729308636.post-17810353744031440082013-02-17T01:06:00.002-08:002021-08-09T03:22:13.713-07:00İçim Almıyordu O kadar çok koşturduğum bir dönem oldu ki dün ilk kez bi durdum. Siz buna hayat koşturması deyin veya başka bir şey. Benim deyimimle sadece boşu boşuna, rahatsız eden bir şeydi. Rahatsız ettiğini koşarken anlayamadım. Zaten acıyı da hissetmezsiniz adrenalin olunca.<br />
<div>
</div>
<div>
Öyle bir dünyaya girmişim ki son bir kaç yıldır, aslında en başından beri karşı olduğum şey. Eğlenceli tarafları olsa da çoğu noktası işime hiç gelmeyen, zaman kaybı diyebileceğim. Paylaşım platformları başta olmak üzere arkadaş ilişkilerim, YOLO sayılabilecek günlük aktiviteler-ki oldukça sıradan- bomboş, beyaz bi duvara saatlerce bakmaktan daha beter işler. Üstelik bu duvara bakarken dinlenemiyordum da. </div>
<div>
<br /></div>
<div>
Aksiliğimi koydum bi köşeye. Her şeyi eleştirmeyi de çok önceden bırakmıştım, nerdeyse tamamen bıraktım şimdi. Eleştirmekten kastım hayatı ve doğruları eleştirmek değil. Mahalle karılarının evlerinin önünde oturup sokaktan geçen herkese kulp takma çabası tarzı eleştirmekten bahsediyorum. (En sevmediğim insan türüdür he bu arada) İlle de mahalle karısı olmasına gerek yok bunun için. 17'lik insanlar da sıyırmış kafayı. Ne bok yerse yesin millet. Doğruları eleştirmek demişken, herkesin kendi doğruları olduğuna bir miktar inanıyorum ama inanmayan miktarlarım daha fazla . Kültür, kökenler falan fistan bunları karıştırmayayım şimdi. Yenilenme dönemi sanırım bu anlattığım şey. Değişmeyen şeyler de var tabi. Kafamdaki karışık şeyleri kuyruğundan sallayıp fırlattım denize. Fırlattıktan sonra dönüp bakmadım bile nereye düştüğüne. İşime de gelmez hem nerede olduklarını bilmek. </div>
<div>
<br /></div>
<div>
Bazı bilim kurgu filmlerinde gördüğünüz, bildiğiniz üzre büyük şehirler, pis ışıkları olan şehirler vardır. Işıkları yanıp sönen şehirler. Üstünden "uçan arabalar" geçerken alt mahallelerinde tuhaf kafalı yaratıklar sanki insanmış gibi yürür ve ayyaşlar doludur bu şehirlerde. Tacizler, cinayetler ve pislik kol gezer. Gerçekten çok pistir herkes. Dün bıraktığım ortamı artık tam da bu tarz görüyorum. Ayyaşlar ve sanki gerçekten normal insanmış gibi görünen ibneler gibi. </div>
<div>
</div>
<div>
Şimdi tamamen bu vıyranç şehirden kurtulup yeşil çayırlara çıktım ve taşaklarımı yaya yaya oturuyorum da diyemem. Yeşil çayır olmaksızın oturuyorum sadece, ilerde o da olur. Harbi çok koşturduğum bir dönem sayılırdı. Dün ilk kez bir durdum, yavaş yavaş yürüyorum artık. Herhalde şimdi de bi mutfağa giderim aksiyon olur.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEisfdLbAwTLYpRr2q61qBnwYNL7kXAd1CCqcqAiA9ZUEv70unrndgYJRlFIbnmBwIm4VCTvpnBDR4AVPx3WaDEgT9cS7ngblvARoUrlWVmj39B7JWH1Y3QDG3yHRCige3xWqtcOm84YOMQf/s1600/high_technology_city_selone_04_by_phoenix_feng-d3k0tn4.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="324" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEisfdLbAwTLYpRr2q61qBnwYNL7kXAd1CCqcqAiA9ZUEv70unrndgYJRlFIbnmBwIm4VCTvpnBDR4AVPx3WaDEgT9cS7ngblvARoUrlWVmj39B7JWH1Y3QDG3yHRCige3xWqtcOm84YOMQf/s640/high_technology_city_selone_04_by_phoenix_feng-d3k0tn4.jpg" width="640" /></a> </div>
Emre G.http://www.blogger.com/profile/18071025437192221180noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4881161804729308636.post-63641588053047062622013-01-10T14:19:00.003-08:002013-01-11T13:13:51.867-08:00Sarının YeşiliBasketbol hakkında biraz bilgisi ve ilgisi olan biri bilir ki, dünyada basketbolun medya ve kameralarla arası olan en büyük basketbol ligi NBA'dir. Euroleauge dururken NBA'in daha geniş bir izleyici kitlesine sahip olmasının yüzlerce sebebi var fakat temeline indiğimizde bunun nedeni kameralarla olan arkadaşlığı. Evet, Euroleague bünyesinde son derece yetenekli oyuncuları barındırmakta fakat maç sonu istatistiklerine baktığımızda gerek sayı, gerek bireysel performans istatistikleri olarak "neden Euroleauge değil?" sorusunun cevabını orada, sayısal değerler olarak yazmakta oluyor. <br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
Yine NBA hakkında biraz bilgisi ve ilgisi olanlarınız hatırlayacaktır ki, 2008 yılına kadar Seattle Supersonics, ligin otuz takımından biriydi, taa ki Sonics'in art arda yenildiği 11. maçının sonunda Clayton Bennett'in takım haklarını alma teklifiyle çıkagelene kadar. Bennett'in bu teklifiyle, 2008-2009 sezonuna başlamadan Seattle Supersonics'i bugünkü Oklahoma City Thunder adıyla Oklahoma City'ye taşındı. Her ne kadar Bennett 'Seattle Supersonics ekibini bir arada tutacağı' sözünü tutmuş olsa da Seattle takımından olmuş oldu. <br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
</div>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj73HFetQ0kLNFvZWC9d-VK0oUk4fCTEAP8PmE5bT9QNq8oA2Bmb5wXK9OcaFdHOqDWZYEM5eCHVHtRqiPfDODKX71iCnaYIYI1-P2LjUq9Dm_37X3RSFjUB4gRcL__-DblYKG9HtDVsI8/s1600/Untitled.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="288" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj73HFetQ0kLNFvZWC9d-VK0oUk4fCTEAP8PmE5bT9QNq8oA2Bmb5wXK9OcaFdHOqDWZYEM5eCHVHtRqiPfDODKX71iCnaYIYI1-P2LjUq9Dm_37X3RSFjUB4gRcL__-DblYKG9HtDVsI8/s640/Untitled.png" width="640" /></a></div>
<br />
Oklahoma City Thunder, NBA'in en başarılı takımlarından biri oldu. Ligde geçirdiği dört yılının üçünde playofflara kaldı, 2011-2012 sezonunda San Antonio Spurs'ü yıkarak 1998den beri San Antonio Spurs, Los Angeles Lakers ve Dallas Mavericks dışında NBA finaline yükselen ilk Batı takımı oldu. Sayı kralı <a href="http://espn.go.com/nba/player/_/id/3202/kevin-durant" target="_blank">Kevin Durant</a>, Russel Westbrook ve Serge Ibaka gibi drafttan 'piyango' olarak takıma gelen yeteneklerle oldukça genç ve kelimenin tam anlamıyla korkunç bir takım oldu Oklahoma.<br />
<br />
Fakat işe Seattle cephesinden baktığımız zaman, durum bu kadar da iç açıcı değil. Bir anda kaybettikleri takımlarının bu ani yükselişi hem takımı kaybetmek, hem bu yükseliş, hepsinden önemlisi hakkettikleri basketbolun elinden alınması açısından bakılırsa, bu kararın bu tarafı ne kadar üzdüğünü görebiliriz. Seattle'ın emekli uzunu <a href="http://espn.go.com/nba/player/stats/_/id/420/shawn-kemp" target="_blank">Shawn Kemp</a> -ki kendisi hâlâ Seattle'da oturmaktadır-, bu konu hakkında:<br />
<br />
"İnsanların bir gün beni Oklahoma Thunder'ın maçında ön sıralarda oturup takımı desteklerken görmeleri gibi bir olasılık yok. Buradaki insanlar basketbolu ve takımlarını hakkediyorlar. Bu hakları ellerinden çekip alındı. Bu hakları çalındı. Bu insanlar ve Seattle'a bağlılığım takımlarını geri alana kadar devam edecek. Sonics sahaya çıkana kadar kimsenin maçını en önden izlemek gibi bir niyetim yok."<br />
<br />
Hal böyleyken, gerek Seattle yönetimi gerek Bennett gibi başka kapitaller, Seattle'da bir basketbol takımı için kafa patlatmaktaydı. Çok kısa zaman önce Seattle'da bir arena izni talep edildi ve bu talep kabul edildi. Önceki gün akşam saatlerinde de, <a href="http://tr.wikipedia.org/wiki/Sacramento_Kings" target="_blank">Sacramento Kings</a>'in haklarının satılacağı ve takımın Seattle'a taşınacağı rapor edildi. Seattle, geçici bir süreliğine Key Arena'da olacak, sonra yeni sahalarına geçecekler.<br />
<br />
Her ne kadar bu olay bir anda gündeme gelmiş olsa da, milyon dolarlık bu teklifin hazırlanma ve kabul sürecinin bir yılı aşkın süredir düşünülmekte olduğunu söyleyebiliriz ve eğer bu fikir gerçekleşirse, 2013-2014 sezonuna Seattle Supersonics ile başlayacağız fakat batıda Sacramento Kings olmayacak.<br />
<br />
<table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="float: right; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgMO-6QIe940Zx-3FchZ0WsRKxP6v-MjQC3tzGW1oWKgF9EaS48KPi-K4FAgimpbVv5KqeXP0hVi2_3OmuIZi22fVs7rLS5dvTz7SBr_3mdB4Ck29FoISBbDFkjhwLG30-eaOGIUPqnErI/s1600/20021205-SupersonicsAtKeyArena-web.jpg" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" height="419" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgMO-6QIe940Zx-3FchZ0WsRKxP6v-MjQC3tzGW1oWKgF9EaS48KPi-K4FAgimpbVv5KqeXP0hVi2_3OmuIZi22fVs7rLS5dvTz7SBr_3mdB4Ck29FoISBbDFkjhwLG30-eaOGIUPqnErI/s640/20021205-SupersonicsAtKeyArena-web.jpg" width="640" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Seattle Supersonics'in eski evi Key Arena</td></tr>
</tbody></table>
<br />
Dostum Ersel ile geçen günlerde "1990 senesinde üniversiteye girmek" şeklinde bir muhabbetimiz olmuştu. Şöyle bir bakınca çok güzel bir hayaldi gerçekten de; üniversite sınavı tek oturum olacaktı, üniversite sınavına giren sayısı daha az olduğu için soruların seviyesi daha düşük olacaktı ve bizler eski İTÜ, eski ODTÜ gibi okulları görecektik. Sonra bu hayal Türkiye sınırlarından taştı ve genel bir "90'larda genç olmak" muhabbetine dönüştü.<br />
<br />
"Sicilya'ya giderdim," dedi Ersel, "gerçi hoş, şimdi de giderim, fakat o yıllarda genç olacaksam, benim yerim Sicilya."<br />
<br />
Bir takımın kaybolurken bir takımın yükselmesi, her ne yandan bakılırsa bakılsın, iki ucu boklu değnek. Sacramento Kings NBA'in en eski takımlarından biri ve bununla paralel olarak takımına bağlı seyircisi de çok. Son on yıldır güzel bir istatistik tutturamamışsa da Kings, <a href="http://espn.go.com/nba/player/_/id/205/vlade-divac" target="_blank">Vlade Divac</a>, Oscar Robertson gibi efsaneleri renkleri altında barındırmış bir kulüp ki 2002 konferans finallerinde Mike Bibby, Dough Christie, Jack Jackson ve Stojakovicli kadroyla şanssızlıklarının kurbanı olup Lakers'a kaybettiği serinin sonunda finalleri kıl payı kaçırdığını hatırlatırım.<br />
<br />
"Ben Avusturalya'da okumak isterdim, ya da Amerika. Evet evet, 90 senesi Seattle'da, şahane olurdu. Teknolojinin henüz sıçrayıp tavana kafasını vurmadığı zamanlar, az insan az pislik, bir nebze daha büyük bir dünya fakat teknolojiye tamamen uzak değil. Microsoft atılımını yapmak üzere, üstelik Michael Jordan, Garry Payton, David Robinson, Karl Malone'lu bir basketbol oynanıyor. Hiçbir şey bant kaydı jeneriklerden oluşmuyor."<br />
<br />Hoşçakal Kings, hoşgeldin Sonics.<br /><br />
Seattle Supersonics'i hiçbir zaman adam akıllı izleyemedim. Belki bundandır, belki de sadece renklerini sevdiğim için fakat her neden olursa olsun Seattle bana doksanları anımsatır. Her sabah önceki gecenin on hareketini izlemekten bıkmayacağım yegane zaman. Hiç doksanlarda genç olmadım, doksanların sonunda çocuk oldum ve doksanlarla ilgili bu konudaki tek avuntum, basketbol maçının ön koltuklarında telefonlarıyla oynayan, kamera önü insanlarının daha az olduğunu düşünmek oluyor. Hatta o zamanlar kamera önü basketbolcuları bile icat edilmemiştir, kim bilir?<br />
<br />
<br />
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjNcR0qrUGNWuU-_JX3NclX-ev8qMeZl3xPgrqws_D5-qrkPFnKYdCqexDRhkE34yE4ii3Ui1SmWM7V4N2wuTV_q_Dlvh6KChiP6_0n1j9M_Y14L0DdyfnHrsr9sUNCjEquFm1bVhfR6v0/s1600/tumblr_medn36w8Lb1rd9ly6o1_1280.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjNcR0qrUGNWuU-_JX3NclX-ev8qMeZl3xPgrqws_D5-qrkPFnKYdCqexDRhkE34yE4ii3Ui1SmWM7V4N2wuTV_q_Dlvh6KChiP6_0n1j9M_Y14L0DdyfnHrsr9sUNCjEquFm1bVhfR6v0/s1600/tumblr_medn36w8Lb1rd9ly6o1_1280.jpg" /></a>Utku Aktaşhttp://www.blogger.com/profile/16016146507165820699noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-4881161804729308636.post-33346085055977387792013-01-09T12:25:00.000-08:002013-01-09T12:25:59.775-08:00Kızıl Küller Dışarıda leş gibi bir hava var. Önümde bir kaç kağıt, gözlüğüm henüz tam olarak kirlenmedi. Karşımda patronum dediğim adam. Patrondan çok, parayı ve kadınları seven biri. İyi yanları da var. Bir kaç hafta sonra öleceğimi biliyorum. Belki yanarak belki de ucuz bir kurşunla. Sonuçta öleceğim. İçkisini yudumluyor, yudumluyorum. Sıcak gözyaşlarım yanağımdan çeneme ulaşana kadar soğuyor. Ona görünmeden ağlamalıydım oysa o bunu umursamayı çoktan bıraktı. Aklıma geliyorsun. Bundan 17 sene önce. Bu yaşadığımız her şeyin öncesine dayanan bir gerçek. Sen, o sırada aklıma geliyorsun yine. Gözlerini ve boynunu hatırlıyorum. Güzel bir boynun vardı. İlk aşkım. Bir kaç yudum daha aldıktan sonra camdan dışarı bakıyorum. Bu siyah beyaz dünyada, kırmızı elbiseli kızın yanmış bedeni, kül olmuş elbisesi. Basit bir sedyede taşınıyor, bir kaç kişiyle daha. Diğerlerinden farkı yok, yalnızca benim görebildiğim kızıllığı haricinde.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhwsxHP7fzybZiy4zBPhYu65BZgJ0-db_jkz4SRiah11hx-BlXj96vAiC9L0150TM5mWPrCZqy0qXXE2lOLEJTllbN_X8FvEaBopP5q5UVK8N-r1_ZpXKyKexMuROS9F2GdlOz1e8fbSGnW/s1600/schindlers-list.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="217" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhwsxHP7fzybZiy4zBPhYu65BZgJ0-db_jkz4SRiah11hx-BlXj96vAiC9L0150TM5mWPrCZqy0qXXE2lOLEJTllbN_X8FvEaBopP5q5UVK8N-r1_ZpXKyKexMuROS9F2GdlOz1e8fbSGnW/s320/schindlers-list.jpg" width="320" /></a></div>
Gözlüğümü bir kaç gündür silmiyorum. Çok tozlanmadı, hem biraz kirli olması da her şeyi çok net görememem konusunda işime geliyor. Çok net biliyorum tabi. Seyircisi az olan tiyatroları bilirsin. Seyirci çok az olsa bile sahnede yine de oynanır oyun. Milyonlarca kişinin izlediği bir tiyatro düşün, seyircilerin tek tek sahneye çağırılıp mikroplu bir baltayla idam edildiğini de. Savaş çok kötü geçiyor kısaca. Ölümlere üzülmeyi bıraktık burada, ağlamıyor artık insanlar. Buna alışmak ne kadar onursuz görünse de bir süre sonra üzülemiyorum bile tam olarak. Çok ağlarsın da biter bir süre sonra gözyaşların. Bizimki ağlamaktan bitmedi, hiç çok ağlamadık bile. Sadece rutine bağlanması ve bize kimsenin dokunmaması çoğu şeyden soyutluyor aslında. İşimizi yapıyoruz ofisimizde. Kimseye zararımız yok, fiziksel olarak karşı çıkmıyoruz üniformalı adamlara.<br />
<br />
Sabah iki genç subay geldi. Kimliklerimize ve çalışma belgelerimize tekrar bakıp-her gün olduğu gibi- geri gittiler. Uygun adım bile yürümüyorlardı. Zaten sesimizi de çıkartamayız bu durumda. Patronum çok iyi bir adam ama sanırım rüşvet veriyor birilerine. Kılımıza bile dokunmadıklarına göre bu ihtimal çok yüksek. Onun da hayalleri var, karısını ve oğlunu çok geride bırakmış, bahsetmişti bir kaç ay önce. Çok güçlü bir kalbim varmış. Revirdeki er işini biliyorsa elbet. Onlar da pek çalışmıyorlar, gelen bir kaç ölü bedeni ki eğer bunlar üniformalı bedenlerse, yıkayıp gömüyorlar. Taziye mektuplarını da biz postalıyoruz zaten. Çok bunaltıcı bir rutinde yürüyor her şey. Neden yazıyorum hem bunları sana? Postalayacağım yeri bile bilmiyorum. Belki de öldün çoktan. Seni çok özledim.<br />
<br />
<br />
Emre G.http://www.blogger.com/profile/18071025437192221180noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4881161804729308636.post-69833126336707017332012-12-17T13:04:00.002-08:002012-12-17T13:04:11.691-08:00Köşeyi Kap Bordo üstüne baklava dilimi desenli halına bakarken annen sesleniyor, çayı ocaktan alman gerek. Babanın içerde uyuduğu koltuk ise biraz eski gibi. Sonraki gün yine okula gideceksin, kendini biraz da olsa farklı gösterebildiğin yere. Sevdiğin yere aslında. Orada insanlar aynı giyinirler sonuçta. Dinledikleri dersler aynıdır, kimseye daha çok parası olduğu için daha hoş dersler anlatmazlar. Ve senin çok paran yok. Benim de. Bu yüzden severiz biz okulu. Evimizi sevmediğimiz kadar.<div>
<br /></div>
<div>
Herkes elinden geleni yapar sizin evde. Baban şimdi koltukta uzanıyor belki. Ama yarın senden erken kalkıp gidecek işine. Annen bir o kadar uğraşıyor seninle-sizinle. Sizi sevmeye zaman ayırıyorlar bir o kadar. "nerde seviyorlar yeaa? ben niye göremiyorum" deme. Göremezsin çünkü çok meşgul ikisi de. Sana olan sevgilerini çalışarak gösteriyorlar. Çalışmak, senin istediğin bokları elde etmen için, çalışmak. Bu seni sevdiklerini gösterir. Ben, sevmediğim bir orospu çocuğunun istediği şeyler olsun diye çalışmam sanırım. </div>
<div>
<br /></div>
<div>
Nasıl hissediyorsun daha iyi sandığın insanları görünce? Şehir seni unutmuş gibi geliyor değil mi? Evet adamım şehir seni umursamıyor. Beni de umursamıyor. Kimi mi umursuyor? Sana göre arabası parlak olanları umursuyor, cebinde yeşil kağıttan cumhuriyet kurmuş olanları umursuyor. Bu cumhuriyet biraz tuhaftır bi'tanem. Şöyle ki kağıt şeyler, madeni şeylerden daha ağırdır. Daha çok susturur çok konuşan ağızları. Bir ıslığa bakar. Bir bakmışsın fino köpekleri sarmış duvarlarını yeşil cumhuriyetin. Bunu mu istiyorsun? Tamam koyalım seni o halde bu cumhuriyetin kalesine.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Uyanıyorsun, yatağında oyalanabilirsin. Ama bir önceki gün de yatağında oyalanmıştın ve ondan önceki gün de. Sıkıldın yatağında oyalanmaktan. Kalk hadi. Kalktığında yine sola dön ve odandaki banyoya gir. Yüzünü güzel yıka. Mal varlığında o da var. Havlun yeni değiştirilmiş değil mi? Güzel kokuyor olmalı. Güzeldir elbette. Tuvalet aynasının üstünde geçen hafta aldığın O parfümün yanındaki telefonunu al. Aldın mı? Yine mi aynı mesajlar yoksa? "Bu akşam çıkalım mı" diyor birileri. Dün akşam çok içmiştin. Başının ağrısını iyi bir kahvaltı giderirdi değil mi? Arkadaşların hala uyuyorken sen uyanıksın. Sen biraz da olsa sağlıklı bir hatunsun değil mi? Hey adamım saat henüz 10 bile değil. Lütfen git ve uyu.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Uyumadın evet. Merdivenlerden inerken tutmana gerek yok korkulukları. Onlar korksun senden. Geceliğini çıkarmana gerek yok sanırım. Evinde bir kaç hizmetliden başkası yok. Baba yine işte, anne ise başka bir işte. Kahvaltını iyi yapmıyorsun yine. Oh hayır buna devam etme. Bir gün de tamamını bitir şu portakal suyunun. Ve kapat telefonunun titreşimini rahatsız oluyorum sürekli gelen mesajlarından. Ve o kıvırcık saçlı sürtüğe bir cevap ver "tamam çıkalım amk" de. Ya da yine dün gece tanıştığın çocuğa cevap ver. Ne ara numaranı vermiştin sen ona sahi? Ah tabi hatırlamazsın, çok kaçırmıştın toniği.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Ne çabuk akşam oldu değil mi yavrum? Kolay geçer gündüzleri oralarda. Çünkü hayat akşamları başlıyor biraz biraz sanırım. Yola çıkarken kapıyı çekmene gerek yok. Arkandan kapatanın çok tüm kapıları, döndüğünde açanın da aynen. Hayır o mekan çok sıkıcı, sahnesi de çok dar geliyor size. Şu ilerdekine girin. Hem oradaki içkiler daha pahalı. İçerisi çok aydınlık değil. Kimin umrunda, aydınlık sizi bırakalı ben henüz elmada vitamindim.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Lütfen çok üşütme güzel kıçını. Seviyor bir kaç arkadaşın hala cebindekilerden çok onu. Çok oturmamalısın yerinde sen O kızsın. Sen istediği her şeyi gözlerinin önünde bulan. Fazla takılma o kızlara, bak hemen köşede şu kumral olan çocuk. Çok mu hızlı yürüyor sana doğru? Lütfen geri çevirme. Küçük bir tanışma isteği sadece. Sonrasında olacakları ise annen bile biliyor. Yavaş yürümeyin lavaboya. Sol elinden çekiştir onu. Senden hızlı koşacaktır emin ol. Kalabalığa takılmayın.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Rahatladın diyelim. Güzeldi umarım yaşadıkların. Evet güzeldir, sonuçta yakışıklıklı bir herifti seni beceren. Ve biraz daha soluklanmalısın geçirmek için sol koluna şırıngayı. Yine aynı şekilde. Her gece olduğu gibi. Önce hafifçe sık turnikeleri sonra belki vücudunda hayat belirtisi olan tek damara yerleştir iğneyi. Zor olmasa gerek. Senin için hayat bundan ibaret.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Uyan hadi artık. Çok kaldın o cumhuriyette. Sandığından daha acımasız olabileceğini düşünmedin. Acımasızlığı istemeden de olsa yaşayacağını da. Daha iyi olduğunu sandıklarını da unutuyor şehir. Hiç umursamıyor hem de. Bi gece kulübünün bordo tuvaletinin köşesinde kolunda deliklerle kaldı sonuçta. Kimse o sürtüğü umursamaz. Hadi ama güzelim senin de bordo baklava desenleri olan halın var. Üstelik daha çayı almadın ocaktan.</div>
<div>
</div>
<div>
</div>
<div>
</div>
<div>
</div>
Emre G.http://www.blogger.com/profile/18071025437192221180noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4881161804729308636.post-62707671946372306632012-11-27T08:46:00.000-08:002012-11-27T08:50:42.639-08:00Kapalı Beta Asırlardır her gece yukarıda sevgilisini bekleyen ağabey. Bazen büyük ağabeyi Güneş'in olduğu zamanlarda bile orada olan. Kocaman ama diğer kardeşlerine göre boyca küçük.Üstelik kardeşleri çok uzakta sürgünde. O öyle sanıyor olabilir. Bilmiyor ki hepsinden ayrı olan sadece kendisi. Yalnızlığını etrafına yayan hafifçe. Aslında içinde saklayan, gözlerimize beyazca gelen bir ışığa çevirerek. Sıcak mı? Bilmiyorum. Soğuk olsa gerek. Armstrong'a soracağım.<br />
<br />
Bizleri seviyor mudur ki? Biraz onun yerine koyalım kendimizi. Siz sever miydiniz bizleri? Savaşları sever miydiniz uzaktan da olsa? Katliamları sevmek. Belki de artık önemsemeyi bırakmıştır. Sadece izliyordur. Rüzgarın yönünün olmadığı bir diyarda. Her yönden içine işlerken soğuk. Altında ağlarken milyonlarca kadın. Takım elbiseli adamlar kendini tanrı yerine koyarken. Nasıl bu kadar parlak kalabiliyor? Daha derinlerde mi saklıyor tüm sıcaklığını? Biraz alıngan, biraz ücra, biraz da içine mi kapanık bu ağabey? Anlayışlı mı yoksa? Çok mu düşünüyor her şeyi? Çok mu seviyor birini?<br />
<br />
Pek fazla görmüş geçirmiş olması lazım. Kör olsa bunu söyleyemezdim. Gerçi sesi de çok çıkıyor dünyanın. İnsanların, bizlerin. Duyabiliyordur belki. İğrenirdi işte o zaman bizlerden. Belki de sağırdır. Duymadığı için günahlarımızı, hala orada dikilebiliyor her akşam. Utanmamız gerek demiyorum, düşünceli olmamız gerek. Bizi izleyen, tanrı haricinde bir çok şey var. Gözlerini göremediğimiz. Bizi görebilen. İnsan üzerinden açıklayamam bunu. Çünkü birinin gözlerini siz göremiyorsanız, o da sizin gözlerinizi göremiyor demektir.<br />
<br />
Tuhaf bir ismi var. Kim vermiş? Kendi dilim haricinde, diğer dillerde de kısa ve düşündürtmeyen, benim haricindekileri. Bunu biliyor mu? Kendi ismini biliyor olsa gerek. Herkes kendi ismini bilir. Belki kardeşleri farklı sesleniyorlardır ona. Duyabilir mi ki? Eğlenebildiğini sanmıyorum orada. Kişilik yüklemek ne denli anlamlı ona? Bunu söylediğim için üzüldüyse hiç gerek yok. Ben inanıyorum gerçek olduğuna. Bir kadını beklediğine inanıyorum. Başını alıp gidecek buralardan sonra.<br />
<br />
Dünyanın en kızıl günlerini ve en beyaz günlerini gördüğüne eminim ağabeyin. Daha neler göreceğini bilemem. Çocuklarım ve torunlarım, onların torunları da bilemez. Sarsıntılı değil, kayıp gidiyor etrafında her şeyin. Bazen küçük oyunlar oynuyor. Bazen sadece donuk bakıyor tüm yarım küreye. Bilmem kaç milyar insana tam yüzünü gösteriyor. Arkasında ne olduğunu ise sadece tanrı biliyor. Kendisi hakkında bu yazılanları göremeyecek. Nice şarkıları duyamayacak. Sorun etmez. Ay'ın dans edişi güzel. Biraz baş döndürücü olması dışında.Emre G.http://www.blogger.com/profile/18071025437192221180noreply@blogger.com0