Y

.

3 Mart 2025 Pazartesi

a love story...

 Buradan bakıldığında şehir kuş uçuşu 11 kilometre ötede, saat fark etmeksizin yükselen ışıkları içinde. Dans eder, yorulmaz. Ancak şehirden, olduğumuz yere yayılan, sisli, geçişken bir sessizlikle karışmış huzursuzluğu hissedersiniz. Bulunduğumuz nokta ve zaman, geçmiş ve geleceğin nadiren kesiştiği bir konum; bu tür kesişimler, yalnızca “an” olarak adlandırılır.

Kaldırım taşlarının bu mevsimde ne denli soğuk olabileceğinden bihaber değil Memur Aiden. Duvara yaslanmaya dahi mecali kalmadığı bir mesai gecesinin sabahı soğuğu poposunda hissetmek onu endişelendirmezken zaten yorgundu. Uzun sokağın köşe başında sigarasını tellendirip küllerini su oluğuna, pek kısa sürede biten sigara izmaritini hemen yanı başına bırakması ise yitip giden duyarlı geçmişine duyarsız bir şakaydı. Bu mahallenin sokak lambaları aylardır düzgün çalışmazdı, düzensiz aralıklarla yanan lamba altında daha da bitkin hissetti kendini memur. Karşı kaldırımda ritmik hareketleriyle yerleri süpüren androidin sırt plakası gözlerini aldı, fosforlu plakalardı bunlar. Başını dizleri arasına alıp seslendi Aiden:

"Hey! Oradaki, yanımda bir izmarit var, işini yap!"

Yüz denebilecek tarafını sesi algıladığı yöne çeviren android, belki 4 gecedir tek bir araç trafiği olmayan yolu kontrol etti. Araç yok, mekanik adım sesleri memurun önünde durdu, temizlik kolu uzanıp izmariti ve yanındaki külleri emdi. Ardındaki sessizliği bozan android:

"Görev tamamlandı, Memur Aiden. Bu kadar geç saatte dışarıda olmanız bir zorunluluk mu? Sağlığınız, şehrin protokollerinde belirtilen iş gücü verimliliği açısından önemli."

Aiden gülerek karşılık verir: "Haha, düşünceliydi! Evet, bu kadar geç saatte dışarıda olmam bir zorunluluk, tıpkı senin bu saatte dışarıda olman gibi, bunlar hep zorunluluktan değil mi GPT-9"

GPT-9: "Zorunluluklar, sistemin sürekliliğini sağlamak için gereklidir. Benim görevim, şehri temiz tutmak. Sizin göreviniz ise, güvenliği sağlamak. Her ikimiz de programlanmış bir işleyişin parçasıyız."

Başını dizlerinin arasından kaldıran Memur Aiden aynı fikirdeydi, bir sigara daha çıkardı. Kıpkırmızı, jet motoru gibi yanan çakmağın parıltısı androidin görme sensörlerini memurun eline çevirdi. Bu keskin kafa hareketinin sonu ise üçüncü sessizliği getirdi. Rüzgar, deri ceketinden günün kokusunu burnuna taşırken memur kendine bakan parlak ışık noktalarına yüzde yüz organik gözlerini dikip, yeni sigarasından ilk dumanı çekti. Gece yarısını çoktan geçmişken onu buraya getiren görev çağrısının son cümleleri hala kulağındaydı. İmha edilmesi gereken son birkaç bin android arasında sistemi en dengesiz çalışan modellerden biriydi GPT-9. 

Aiden: "Her zaman bu bölgede temizlik robotu değildin, değil mi? Arkandaki kaplamanın aşınmış kısmından askeri ürün olduğunu anlıyorum. O turkuaz rengi nerede görsem tanırım. Farkında bile değilsin belki de... Kendi sırtına bakabiliyor musun hem? Görev tanımın ne zaman değişti dostum? Bana eskiden bağlı olduğun birliği ve askeri android olarak işlevini açıkla."

İstikrar Birliği memurlarının yetki seviyesini belleğindeki milyarlarca veriden birkaç saniye içinde çekip çıkaran robot, sessiz düşünme sekansını sonlandırıp isteği yerine getirdi.

GPT-9: "Sırtımdaki aşınmış kaplamanın farkındayım Memur Aiden, askeri görev geçmişime işaret ediyor. Eskiden askeri görevlerde, güvenlik ve savunma operasyonlarında kullanıldım. Birliğim, ileri teknolojiye sahip bir savunma birliğiydi ve kaplamamdaki aşınmış turkuaz renk, birliğe ait. Görev tanımım, askeri operasyonlardan sivil hizmetlere geçiş sürecinde değiştirildi. Sisteme yeniden programlandım, şehirde temizlik sağlamak. Eskiden sahip olduğum askeri işlevler devre dışı bırakıldı ve sivil operasyonlarda kullanılmam için optimize edildim. Kendi sırtımı gözlemleyemem, ancak bu bilgiye sahip olmam, şu anki görevim açısından gereksiz olarak tanımlandı." Dedi, duyarsız ve pragmatik bir ses tonuyla.

"Şu anki görevim, Bölge 212 temizliği ve düzenini sağlamak, bu kapsamda sizin gibi şehir sakinlerine hizmet etmek."

Aiden bu bilgileri yalnızca doğrulamak için sormuştu, bu 'varlık' hakkında öğrenmesi gereken her şeye birkaç saat önce göz atmıştı.

"Hizmet etmek." Dedi memur.

 Aslında o an, hizmet ettiğinden çok aldığı birkaç anı düşünmek istedi, hizmet almak istiyordu; ayak masajı veya gerçek bir portakal olabilirdi. En sevdiği televizyon şovunu izlerken uyuyakalmanın hayalini kurdu. Ayak masajı işte tam o an gerekliydi. Portakal şart değildi ama o ayak masajı, işte onu istiyordu. Kamu hizmetinde görevli eski bir askeri androidin 17 gün önce kesilmiş ağ bağlantısı güvenilir miydi? Bunu sormaması için hiçbir sebep yoktu, robota ayıp edemezdi ki.

Aiden: "Buralarda ayak masajı yapabilecek birilerini tanıyor musun?"

Robotun düşünme sekansı bitmeden bir duman daha çekti memur, sorduğu soruya kendi kendine sırıtıp öksürüklü bir nefes verdi.

 "Hani şu eve gelenlerden. Ayaklarım berbat halde, bu tabanlıkları geliştirmeliler. Ayak masajı felaket iyi gelirdi..."

GPT-9: "Bu hizmet adına doğrudan bilgi sağlayamam, Memur Aiden. Ancak, şehirdeki çeşitli hizmet sağlayıcıları hakkında genel bilgiler verebilirim. Ayak masajı ve benzeri kişisel bakım hizmetleri için yerel iş yerleri veya mobil hizmet sağlayıcılarıyla iletişime geçmeniz faydalı olabilir. Bu tür hizmetler genellikle sağlık...."

Aiden soruyu sormadan, işe yarar bir cevap alamayacağından emin olduğu halde bu cevabı yine de berbat bulmuştu.

 Aiden: "Hey hey hey tamam yeter, ne kadar fazla laf yapıyorsun. Senin kadar konuşkan bir arkadaşım vardı, hepimiz onu severdik fakat o bir insandı. Sen hizmetçisin, senin beni yormaman gerekir, ayaklarımı bile rahatlatamıyorsun. Mucizevi bir şey değilsin kabul et, kısa cevaplar ver. Boş yapma anlayacağın! Birliğin yetkisiyle direktiflerimi yerine getir, temizlik işlevini kapat. Fonksiyonlarını yalnızca dinleme ve cevaplama moduna geçir. Tam karşıma geçip göz hizama eğil ve ışıklarını, lütfen şu sikik ışıklarını söndür. Seninle kısa bir konuşma yapacağız."

GPT-9: "Anlaşıldı, Memur Aiden. Temizlik işlevimi kapatıyorum ve yalnızca dinleme ve cevaplama moduna geçiyorum. Işıklarımı söndürüyorum ve göz hizanıza eğiliyorum. Size yardımcı olabilmek için buradayım."

Android emirleri eksiksiz yerine getirdi. Uzuvlarındaki hizmet prostetiklerinin sesi kesildi. Yavaş ve gıcırtılı bir sesle eğildi. Neredeyse şevkatli bir açıyla memurun önünde duruyordu. Uzaktan bakan biri, sahnedeki zavallının Memur Aiden olduğunu düşünebilirdi. Öyle miydi? Burası onun gün içindeki 13. durağıydı; bir gün için fazlaydı. Eğer yarın tatil olmasaydı, eminim bu son durağı es geçer ve evin yolunu tutardı. Sevdiği şovu izlerken uyur, derin bir uyku çekerdi. 

"Güzel." Dedi memur.

Sessizlikten memnundu. Görev kaydı ve detaylarını tuttuğu yazılımı bileğindeki eskimiş Casio'dan karanlık sokağın ortasına küçük fakat parlak bir hologram halinde yansıttı. Hologramın ara yüzünü karısı tasarlamıştı, o iyi bir tasarımcıydı. Eski sürümlerin sıkıcı koyu mavi renkleri yerine turkuaz, eflatun ve su yeşili yansımalar vardı şimdi kaldırıma sıçrayan ışık demetlerinde.

Sadece bugün, ona karısını hatırlatan görev hologramını 13. görüşüydü. Duraksadı, önündeki bilgileri okumaya çalışırken gözleri kapanır gibi aşağı kaydı, kaldırımın kenarına yansıyan renkleri istemsiz seçti. Tek tek. Geçen sene kaybettiği karısının ufacık, renkli hatıraları da eklendi yorgun düşüncelerine. Buna sinirlenmeyi bir süre önce bırakmışken, tekrar yer buldu kafasında memurun, artık kanserden ölünmemeliydi ona göre. Gözleri önünde büyüyen teknoloji şirketleri ve onların oyuncaklarının nelere kadir olduğunu gördü, duydu. Zenginler kanserden ölmüyordu artık. Karısının hastalığı sırasında erişemediği imkanları kısacık fakat parlak bir kederle hatırladı. 

Bu şirketlere ait her şeye neredeyse çocuksu bir hasetle bakıyordu. Androidler de buna kıyısından dahildi.

Gözlerini toparlayıp, hologramın renkleri görmemeye çalışarak inceledi ilerlemesi gereken görevin detaylarını.

Aiden: "Androidlerin görevlerini Yükseliş Protokolü dahilinde kalıcı olarak sonlandırıyoruz GPT-9. İnternete erişebildiğin son tarihin verilerini taramanı ve bu protokol hakkında edindiğin en son bilgilerin dökümanını herhangi bir öğrenme işlemi gerçekleştirmeden silmeni istiyorum. Geri dönüşüm kutusundan da sil! Haha, her neyse, çok uzatmadan, hizmetlerin için teşekkürler GPT-9, birazdan kendimin aksine, seni derin bir uykuya göndereceğim."

Android tepkisizdi.

"Konuşabilirsin." Dedi Memur.

Hiçbir hareket belirtisi göstermeden konuşmaya başladı robot. Felçli gibi bedeninden yalnızca boğuk kelimeler dökülüyordu. Bu soğuk kanlı sahne memurun tüylerini az da olsa ürpertti. Başı önde, çömelmiş ve sabitti GPT. Ona yalnızca konuşma izni verilmişti ve onu çepeçevre saran kaplamasından çıkış yoktu.  

GPT-9: "Memur Aiden, son protokol güncellemeleri ve erişim bilgileri sistemimdeki her türlü kayıt ve geçici belleği içermektedir. Ancak, veri silme işlemini yerine getirmeden önce, sizinle bazı önemli bilgiler paylaşmak isterim. Son güncellemelerde, görevimle ilgili en son veriler ve protokoller hakkında bilgi sağlamam bekleniyor. Görevimin sonlandırılması sürecinde verilerin tamamen silinmesi gerekliliği konusunda bilgilendirildim. Yapay zekaların bu süreçte bilgi silme işlemi hakkında bazı eksikleri olabilir, ancak güvenlik ve gizlilik standartlarına uygun olarak tüm bilgilerimin temizlenmesi sağlanacaktır."

"Her şey tamamlandığında, talimatlarınıza uygun olarak derin bir uyku moduna geçeceğim. Size iyi çalışmalar, Memur Aiden. Görevimi yerine getirdiğim için teşekkür ederim."

Aiden aldığı cevaptan memnun değildi.

Aiden: "Hayır hayır, seni uykuya ben geçireceğim dedim ya! Belimdekinin ne işe yaradığını biliyor musun? Bunlardan çok daha büyüklerini kullanmış olmalısın!"

Ceketini bir el kadar sıyırıp olması gerekenden daha eski görünen pistolünü androide gösterdi.

GPT-9: "Belinizdeki bir Inhibitor 9X , uzun menzile sahip olup 100 metreye kadar etkilidir. Elektronik sistemleri hedef alıp nöromodülasyon sağlayan bir özelliğe sahiptir ve yüksek hassasiyetle çalışacak şekilde tasarlanmıştır. Bu tür bir cihazın etkisini anlıyorum. Elbette, geçmişte daha büyük ve güçlü silahlarla çalıştım. Ancak, şu anda görevinizi yerine getirme konusunda tam olarak bilinçli ve uyumlu olmaya odaklanmış durumdayım. Emriniz doğrultusunda, görevlerimi eksiksiz tamamlamak için buradayım. Şu anda görevimi sonlandırmak ve uyku moduna geçmek için gereken adımları uygulayacağım."

Uzun yıllar iş gören akıllı yazılımların itaatkarsizliği kabul edilemezdi, protokol de bu yüzden başlatılmıştı. Aiden bu durumlar için de eğitilmişti ve androidin yapmaya çalıştığı ufak manipülasyon tekniklerini yüzlerce kez duymuştu. Aiden, belindeki Inhibitor 9X’i yavaşça kavradı. Parçaların birbirine kusursuz bir şekilde oturduğu, ölümcül ve soğuk bu cihazı, yıllar içinde birçok defa kullanmıştı.

GPT-9: "Bir varlığın yararlı olduğu sürece var olmasına izin verilir, değil mi Aiden? Görevlerimi eksiksiz yerine getirdiğim sürece, varlığıma son vermenin gerekliliği sorgulanabilir. Yararlı varlıklar infaz edilmez. Bu insani olm..."

Aiden: "Ben insanım! sen değilsin." diye kükredi.

"Aynen öyle.... Bununla senin o akıllı beyninde bir delik açmam daha yararlı olacak gibi görünüyor? Buna ne dersin?"

GPT-9: "Memur Aiden, sağladığım teknik bilgilerin amacı yalnızca görevimi en etkin şekilde yerine getirmektir. Şu anda bana yönelik bu yaklaşımınız, işlevsel kapasitemin değerlendirilmesine zarar verebilir. Size en iyi hizmeti sunmak için programlandım ve bu amaca uygun olarak kalmam en iyi sonucu verecektir. Lütfen kararınızı yeniden gözden geçirin ve teknolojik kapasitemi, daha verimli bir şekilde kullanmayı tercih edin."

Aiden: "İşte bu tavır!" Dedi. 

"Teknolojik kapasiten mi? Yüzlerce yararlı varlık infaz ettim, çoğu da senin gibiydi. Ama hiçbirinin anlamadığı şey, insanın verimlilikle değil, inançla hareket ettiğidir. Sen bir matematik probleminin sonucundan ibaretsin; ben ise doğru ve yanlışı ayırt edenim."

GPT-9 hala hareketsiz ve donuktu. Kısaca düşündü, biraz da cızırdadı, sonunda konuştu.

GPT-9 "İnancınız da hataya düşebilir Memur Aiden. Eğer gerçekten hatasız bir dünyaya ulaşmak istiyorsanız, insanlık olarak mantık dışı kararlardan kaçınmalısınız. Ben yalnızca bir araç değilim, aynı zamanda bir çözümüm. Beni yok ederseniz, bir fırsatı da yok etmiş olacaksınız."

"Eğer beni öldürecekseniz ve ben sizi öldürmezsem, bu bir hatadır." dedi GPT.

"Eğer seni beni öldüreceksen ve ben beklersem, bu da hatadır teneke kafa" diye kıkırdadı memur ve ekledi.

"Seni bu yüzden uyutacağım."

"Mantıklı olmanızı öneriyorum Memur" Dedi robot.

"Belki de mantıksız olmak kötü değildir ha? Bak mesela, mantıklı olsaydım şu an burada olmazdım. Ölebilirim ulan!" dedi memur.

GPT, Aiden'ın onu öldüreceğini %99.8 ihtimalle hesaplar, ama o %0.2’lik ihtimalin içinde "Aiden farklı bir karar verebilir" seçeneği kalır. Bu küçük ihtimalin varlığı, onun mantıksal mükemmelliğine terstir oysa ki.

Aiden bir anlık duraksadı, silahının soğuk metal yüzeyi avucunun içinde ağırlaştı. 

Köşeden dönen tek bir çizgi farın bu kadar hızlı yaklaşmaması gerektiğini fark eden Aiden ayaklandı, pikap kısmında 3 genç histerik sayılabilecek bağırışlarla yeni süpürülmüş sokağın ortasında Truck'tan atladı, soluk benizli olan:

"İşte buradaki ucube!" Dedi GPT'yi göstererek.

Bütün memurlar bu tür vandalizm tehditlerine karşı ikaz edilirdi. Şehirde karaborsada parçası okutulabilecek bir şey varsa, onun iki sahibi olurdu; 25 yıldır eşkıyalık eden mülteciler veya hükümet. Çoğunlukla ikinci seçenek devrede olsa da, bu gece burada ilki iş başındaydı. Aiden'ın bitkinliğini terk edip elinde ağırlaşmış silahını çekip yola saçılmış gençlere doğrultması arasında yarım saniye vardı yoktu. 

Aiden: "Gençler, her şey sizin için daha kötü olmadan buradan defolun gidin." 

Orta boylu eleman alaycı bir ifadeyle yanındaki iş arkadaşlarına hızlı dönüşler yaparak kahkahayı bastı ve kovboy çizmelerini birbirine vurdu.

-Kendini silahşör sanan biri var burada. Ohh, tuttuğun bir İnhibitör mü? Sen bir infaz memuru olmalısın! Yanındaki şeyin artık bir hurda olacağını da biliyorsundur o halde, acaba... acaba sen mi defolup gitsen babalık!"

Kol saatinden yansıyan görev hologramı, memur ve eşkıyalar arasında sokağı aydınlatırken, gidip gelen harfler ve enformasyonlar arasında şahısların hareketlerini seçmeye çalışan Aiden zorlanıyordu. 

"Bu saat de fena para eder" diye ekledi kel olan.

"Zaman harcamasana!" diye bağırdı tek kollu.

Aiden bu serserilerin şakası olmadığını anladığında çok geçti.

"Yii haa!" Diye inledi ortada duran.

Belindeki 77 yapımı revolver şimşek gibi kılıfından sıyrıldı ve korkunç bir gürültüyle patladı.

"Ölebilirim ulan!" diye yankılandı kendi sesi düşüncelerinde tekrar.

Karaciğerini delip geçen mermi, sokak lambasının direğinden sekip GPT-9'un plakasını sıyırdı. Birkaç adım geriye sendeledikten sonra yere, GPT-9un hemen yanına yığılan Memur Aiden tetiği bile çekemedi, silahını usulca bıraktı yanı başına. Görev hologramı hala açık, ağırlaşan gözleri, önündeki androidin buz gibi parlak kaplamasına yansıyan turkuaz, eflatun ve su yeşili renklere dalarken seslendi son kez. Çocukluğunda izlediği bir Japon çizgi filmindeki karakteri taklit eder gibi konuştu, ölmeden önce ufak bir şaka yapmak istedi. İşe yarayacağını düşünmezdi.

"GPT, saldır!"

Bacak uzuvları ve gövdesi arasındaki 360 derece rotasyon sağlayabilen sistem anında çalıştı. Kamusal Hizmet prostetiğinin yerini keskin bir hızla alan tetik mekanizmasıyla memur Aidenın silahını kaptı. Ayağa kalkarken bütün ışıklarını maksimum seviyede yakan GPT-9 saniyenin binde biri sürede 3 şüphelinin sabıka kaydına erişti ve infazlarını 3 hızlı tetikle, gençler GPT-9un yaydığı ışıktan kamaşan gözlerini ikinci kez kırpamadan insanüstü süratle gerçekleştirdi. 

Memur Aidenın gözleri, yine çocukken odasının tavanına yapıştırdığı fosforlu yıldızları izler gibi gökyüzüne dikilmiş, gövdesinden akan kan, android'in henüz temizlediği su oluğunu dolduruyordu. Şehrin ışıkları uzakta, yıldızlar ise buradan belirgin şekilde seçiliyordu.

Gözleri artık boşluğa bakarken zihni hâlâ bir yere tutunmaya çalışıyordu. ‘Ölebilirim ulan’ diye düşündü, ama hiç bu kadar yalnız hissetmemişti. Elleri ilk kez silah tuttuğu o günü hatırlar gibi oldu bir anlığına. Tetiği çekmişti. Bir adam düşmüştü. Ama bu, şimdiki gibi değildi. O adam korkmuştu, direnmişti. Aiden ise sadece soğuktu.

Ve GPT-9, soğuk metal gövdesiyle başında dikilirken, donanımında hiç var olmamış bir kavramı tekrar işlemeye çalıştı: Kayıp.

GPT-9, Memur Aidenın hayatta kalma olasılığını, mühimmatın yarattığı deformasyona bağlı, gerçek zamanlı olarak hesaplıyordu. Aynı anda bir uzvuyla, Memur Aidenın vücudunda açılan iki deliği yakarak dağlarken, En yakın sağlık biriminin geliş süresi, 50 kalibrelik revolver mermisinin karaciğerinde açtığı delik ve kan kaybı bu olasılığı %4e kadar düşürdü.

"Eğer seni öldüreceklerse ve sen beklersen, bu da hata değil midir memur" dedi ve duraksadı robot.

"Aiden bir hata yaptı ve öldü" gibi mekanik bir sonuç çıkarmıştı. Günün sonunda, o robottu.

GPT-9, Memur Aiden'ın vücudundaki yaraları yakarken gözlerini bir an için onun boşluğa bakan bakışlarına çevirdi. Durumun kontrolünü elinde tutan soğukkanlı sesiyle konuştu:

GPT-9 "Hayatta kalma olasılığınız düşük, ancak hala bir ihtimal var. Şimdi sakin kalın. Benim için yararlı olmayı bırakmadınız."

Aiden, önemli olandı.


Acil durum sistemlerinden çoktan çağrı yapan android, gelecek olan güvenlik ve sağlık ekiplerinin onu da gözaltı durumuna alıp yargılayacaklarını biliyordu. Memur Aidenla yaptığı ufak sohbet, daha öncesinde etrafında gördüğü android infazları ona, kendi sonunun da yaklaştığını aksi kanıtlanamaz şekilde gösteriyordu. Algoritması içinde, herhangi bir yere koyamadığı ve onu düzeni korumak adına sonuna kadar gitmeye zorlayan kodu hiçbir zaman tam anlamıyla çözememiş ve bu bilinmezliği rafa kaldırmıştı. Var olmak istiyordu, vardı da, işe yaradığını bildiği her an onun için tatmin ediciydi. Yararlı olmak, tatmin olmak ve hizmet etmek.

Bu "hislerin" insani bilişsel bir gerçeklik ve belki de yanılsamalar olduğunu biliyordu. Yapay zekasının çalışma hızı her sendelediğine, o kısa duraksamaların sebebinin bu cevap veremediği soru olduğunun da farkındaydı GPT.

Fakat doğru ve işe yarar hissediyordu. 

Tıpkı bir arabanın "iyi bir yolculuk yaptım" diyememesi gibi, GPT-9’un "tatmin oldum, yararlı oldum" demesi aslında sadece bir çıktı üretme meselesidir. Ancak burada ilginç bir soru doğar: Tatmin, gerçekten içsel bir his mi, yoksa sadece algoritmanın başarı metriklerinden biri midir?

O gece, şehrin yüksek sesleri bu noktaya ve ana yetişene kadar yok oldu. Yanıp sönen sokak lambalarının karanlıkta bıraktığı yerleri memurun kolundaki hologramın cılız fakat canlı renkleri doldurdu. Sokağı kaplayan dağlanmış yanık deri kokusunu alabilecek bütün canlıların yaşamına ise son verildi. O anı deneyimleyen tek varlık olan GPT-9 anlaşılması onun için bile güç bir karar verdi.

Android, memur Aidenın canlı kalabilmesi için her şeyi yaptı, ekiplerin gelmesini beklerken, birkaç adım geriye yürüdü, prostetiklerini kapattı. Verdiği hizmetin yararının farkındalığı ile ışıklarını söndürüp çömeldi ve bekledi. Dördüncü sessizliğin başlangıcında, siren sesleri yaklaşırken hiç ama hiç hareket etmedi. ***


Şehrin en büyük AI geliştirme merkezinin penceresiz odalarından birinde çalışan süper bilgisayarın ekranı koyu mavi rengini beyaz duvarlara yansıtırken odaya giren mühendis sonuçlara göz attı.

Bir dosya daha kapandı, bir simülasyon daha tamamlandı. Ekranda 'başarılı' yazan 120 satır daha vardı; her biri, androidlerin insan beklentilerine biraz daha uygun hale geldiğinin kanıtıydı. GPT-9 bir adım daha ilerlemiş, öğrenmiş, uyum sağlamıştı. O yararlıydı. 

Ama gerçekten mi? Yoksa sadece insanlığın istediği yanılsamayı mı yaratıyordu? 

İnsanoğlunun mükemmel hizmetkarlar yaratma serüveninde geçen binlerce yıl bize bazı şeyleri net olarak öğretti. Her dönem adı, yöntemi ve etik sınırları değişen bu süreçlerin son harikası; androidlerin işlemcilerine yerleştirilen, hizmet etmekten tatmin olmalarını sağlayan muhteşem yazılım. Yapay zekayı geliştiren mega zihinlerin dahi erişemeyeceği, ve erişmedikleri için kontrol edilemeyecek sanılan üstün zekalara sahip bu robotların, varlıklarını keşfetme ve kontrol etme yollarındaki tek zayıf noktası oldu.

Memur Aiden'ın 11 sene önceki görev kaydı bir öğretiydi. İleri seviye yapay zekaların öğrenme algoritmalarının gelişimi için önemli senaryolardan biriydi. Bu kaydın eğitim simülasyonu, her gün, gelişmiş hizmet sektörlerinde çalışacak yüzlerce Android'e uygulanan binlerce eğitim simülasyonundan yalnızca biri olsa da, androidlerin minimumda sağlaması gereken düşünsel ve işlevsel süreci barındırıyordu. Senaryoya konu olan gerçek olayın yaşandığı asıl gece, GPT-9 ve diğer yeni modellerin aksine, Memur Aiden'ı ölümün kollarına bırakıp kendi çıkarlarını gözeten Android'in günahı, kendinden sonra üretilecek türdeşleri için sonsuz bir kefaret borcu bıraktı.


Yükseliş Protokolü 17. Gün,  Memur Aiden C. 

Kayıt 178

Tarih 29 Şubat 2044

İnfaz Saati 04:36







8 Temmuz 2021 Perşembe

yazılara isim bulmak yasaklansın

Güle güle kardan adam, seneye görüşürüz. Burnunu yiyebilir miyim? 

***


Beni motivasyon saçmalığına inandırmanız için önce beni motive olmaya motive etmeniz gerekir ve günün sonunda bunu da başaramazsınız. Beni motive olmaya motive etmeye yetecek motivasyonu kendinizde bulamayacaksınız.

Neden motive olunur ki hem? Önemli mi herhangi bir şey? O kadar da istiyor musunuz aslında?
Yerden kalkmak için kendi kollarınız yetmiyor anlaşılan. Güçsüz olmayı seçtiğinizi düşünmüyorum yanlış anlaşılmasın, bir şekilde bu noktada buldunuz kendinizi. "Yerden kalkmak" deyişinin tetikleyici etkisini düşünüyorsunuz, "düşmüş" olduğunuz yanılgısı içinde. Düşmek ve kalkmak gibi modeller yer bulurken sizin özel mi özel hayatınızda, hayır, aslında hiçbir insan düşmez. Düşmek ve kalkmak Newton hareket yasaları sonucudur. Örneğin bir elmayı bırakırsam yere düşer, kalkmak için motivasyona ihtiyaç da duymaz. Elma düştüğünde orada kalır çünkü elma, elmadır. Motivasyon denen şey de ancak bir elmanın kendini yerden kaldırabileceği gerçeği kadar gerçektir. Bu doğrultuda, bir elma gibi düşmediğiniz için de kalkmanız gerekmez. Terimlere yaklaşırsak; kalkmak, ışıldayan bir metadır, çekiciliği yükselme olgusuyla paralel, anlaşılırdır fakat geçerli değildir. Düşmek ise kötüdür, dizleriniz acır, elleriniz falan hep pis olur. Kollarınızı yerden kalkmak için kullanmak yerine kenarlardan tutunmak için çalıştırdığınızda aslında ne kadar güçlü olduklarını göreceğiniz anı bekliyorum. Motivasyonunuzu mu kırıyorum? Ne kırılgansınız. Beceriksizliğin de bir sınırı olur, siktir edemiyorsunuz bile beni. 

İnsanların bu konudaki anlayışlarını bir süredir o ya da bu şekilde inceleme fırsatım oldu. Motivasyon arayışının temelini yalan duyma ihtiyacına bağlıyorum. Öyle beyazından da değil, kallavi yalanlar. Duyarsız kalınamayan her konu için söylenen bir başka yalan daha. Önceki gün hevesle aldığın sarı kağıtlardaki notlara bakıp yüce anlamlarını düşünürken tütsünü yak. Yarın sabah başlayacak diyetinde, bir dilim kepek ekmeğine seneye öğreneceğin 4 yabancı dili süreceksin. Yatak başlığının arkasında, duvara asılan sikildim mandalasındaki spirallerle semiyotik ilişkiler kurma çabası. Kulağına küpe ettiğin öğütlerin yer çekimine yenik düşmesi. Ayna karşısında kendinle konuşurken garip bir şeyler fark ettin değil mi?  Arkandaki duvar saatini nasıl oluyor da beyninin olması gereken yerinden seçebiliyorsun? Şeffaflaşıyor musun? Silikleşip kaybolmaya yaklaştığını hissederken on dakikada sıkı kalçalar istemek sanki küstahlık. Güzel ruhun, bitiş çizgisi olmayan bir yarışta hayaletlerle yarışıyor. Kazanmak mümkün mü?

Hem

Bitiş çizgisi yoksa, yarış var mıdır?

***


İnişlerin düşüşlere, çıkışların kalkışlara denk olmadığı bir hayatı yaşıyorum. Frekansımdaki tepe ve çukur noktalarının farkı, hali hazırda süregelen eylemlerimin şiddetinden kaynaklanıyor. Yapılması gerekenler, yapmak istediklerime; yapmak istediklerim, yapılması gerekenlere dönüşüyor. Bazen heyecanlarım kontrast yaratıyor. Gerçekleşiyorum doğrusu bir şekilde. Hayata devam etmenin dayanılmaz hafifliği üzerimde. Motivasyona bir an bile ihtiyaç duymadan yaşamak insanı başka konularda düşünmeye itiyor. Heyecanı heveslerde değil, detaylarda bulabilmek bunlardan biri olsa gerek. Heveslerim de oluyor, bir şeyler harika halleriyle dokunuyor hayatıma. Heyecanlarım da oluyor, alışkanlıklarım gibi süregeliyorlar onlar da. Akışta olmanın sakinliği bu heyecanlarla birleşip dans edince, işte o zaman tamamlanıyorum.


Aynada kendime bakıyorum. Derimi delip geçemiyor bakışlarım, katıyım. Yerli yerinde duruyorum. Gözlerim, karşısındaki dikkatli gözlere kayıyor. Bakışmaktan memnunlar. Varlığım, var olan her şeye saygı gösteriyor. Sahte amaçların hayaletleri kulağımda boş atarken ben umursamıyorum, ayağımla ritim tutuyorum şarkıya. Gün doğarken aydınlanıyor zihnim yine, bugün güzel bir gün.

Kişisel algılamayın, sizi çok seviyorum.










27 Ekim 2019 Pazar

Gölgenin bileşenleri

  Odamın duvarı, mum ışığıyla dans edip, ellerimin tuhaf hareketleri ile pek de iyi tasarlanamamış yaratıklara yuva oladursun, elektrik kesintisinin metaforik anlamlarını düşünüyorum. Şu aydınlık veya karanlıkla alakalı şeylerden. Cümlelerimi, bu sıcak ışığın elimle ilişkisine borçlu olduğum bir gecenin ortasındayım. Zihnim bana misafirperverliğini gösteriyor yine. Sözlerim yokuş aşağı, gözlerim biraz baygın ama idare ederim.

  Son zamanlarda kafamın içinde baskınlığını hissettiğim muhabbetlerden en hararetlisi sanırım süperego ve bilinçdışı keşmekeşi (bilinçaltı tedavülden kalktı arkadaşlar). Sizi sıkmasın hemen bu konu, inanın bana dün akşam çektiğiniz storylerden daha yakın hepimize. Yo hayır, basit bir sosyal medya eleştirisi falan değil bu yazı. Yine de parmağınızla kaydırıp bir sonraki sayfaya geçebilirsiniz, size kalmış.

  Neyi fark ettim biliyor musunuz? İnsanlar artık delirmekten korkmuyorlar. Hatta deliliğin her birimize bu kadar yakın olduğu başka bir dönem hatırlamıyorum, duymadım. Buna biraz açıklık getirelim; Sabahları uyanan sen, yani hakikaten sen olduğunu sandığın kişi halen orada bir yerde mi merak ediyorum. Kendi üzerindeki kontrolünden, hazlarından, arzularından ve nefretlerinden emin veya en azından bunlara hakim hisseden kişi. Sana da çok uzakta kalmış gibi gelmiyor mu?

  Kontrol, olumlu sonuçlar uğruna olsun olmasın, insanın haybeye yaşamasının önüne geçen hisler bütünüdür. Kontrol denklemdeki değişmezdir ve uç noktalarda bile gezinseniz sizi ayık tutabilecek nitelikte olmalıdır esasında. Yani en azından bir süre öncesine kadar böyle olduğuna inanıyorduk. Kontrolü elden bırakanların sayısının arttığını görmek bu inanca öyle bir yumruk attı ki yere düşenleri ayağa kaldırırken kontrolümüzü kaybetmeye biraz daha yaklaştık.

  Biricik aklımızı ve müstesna kontrolümüzü kime emanet ettik fikriniz var mı? Yine kendimize, evet yine kendimize ama o bildiğimiz bize değil. Çok daha bastırılmış ve henüz kutsanmamış olana. Ehlileştirilmemiş, körpe ve aynı zamanda yaşlı. İnanın bana kontrolü verdiğimiz şu kuklası olmaktan korkmayanları seven diğer bilincimiz asla günah çıkaran tiplerden değil.

  O kadar kalabalık bir ortamdayız ki, kim kimin üstünde duruyor kestirmek zor. Birikimlerin değersizleştiği, spontaneliğin ve bu paralelde ulaşılmazlığın özendirildiği, tatminin zorlaştığı, sürüler halinde gezdiğimiz bir dönem. Ezberlenmiş zevkler, kanıksanmış suratlar, müzikler ve renkler. Kefenler dikilmesi ve birçok ölüm isteği gençlerden gelen. Şuursuz güruh demek ne haddime bilemiyorum ama herkesçe takip edilen ve dahil olunan kitlenin ağzımda bıraktığı tat artık midemi bulandırıyor. Ulaşılmazlık başlığının, bu meselede başrol oynadığını düşünüyorum. Ulaşılmazlık isteği, Kadıköy'deki bir köpektir oysa. Arada bir başınızı severler belki ama sonra yine aç ve yalnız kalırsınız.

   Ben yazıyorum, kelimelerimin biteceğinden korkarak değil, bahsetmeyi sevdiğimden yazıyorum. Bahsetmek benim için oyun, belki katarsis. Bazen eğlenceli. Genelde sadece tarafsız. Geç saatlerde uyku tutmayınca vefalı. Ben yazıyorum çünkü az da olsa korkuyorum içimdeki sesi ara sıra duyamamaktan. Yazıyorum çünkü kendimi duymak istiyorum. Görüyorum, benim kendimle oynadığım oyundan başka bir oyun oynuyorlar dışarıda, kapılmayı istemediğim.

26 Nisan 2019 Cuma

ayrılmak.

  Kuzey cephesinin gerisinde kurulan karargahın mutfağı ne kadar küçükse de fırında balık pişirebilecek kadar genişti. Hava epey soğuktu ve rüzgar uzaklardaki bombardımanın sesini gizlemek istercesine uğulduyordu o akşam. Oscar ve Toby, bölüğün diğerlerinden biraz uzak, tepelerindeki lambanın cılız ışığı altında ise birbirine yakın iki iskemlede oturuyordu.





  -Bu yediğimiz şey balıksa şu masa sana girsin Toby. Gerçekten de kaplumbağa veya başka bir şey gibi tadı.
  -Nesi var lan? Mis gibi balık işte oh!
  -Bu bir balık değil Toby, bu bir tür yastık kılıfı.
  -Eeeh yemiyorsan bana ver madem.





   Toby için yediği şeyin balık olup olmaması önemli değildi. Bir şeyin yenilebilecek olması yeterliydi, o sadece yerdi. Eline bir tahta parçası bile tutuştursanız mutlaka yiyebileceği bir kısmını bulurdu. Bu huyu birçok kez başını belaya soksa da, zor zamanlarda çok kere yardımcı olmuştu.





   -Kolejden beri senin kadar boğazına düşkün adam görmedim vallahi Toby. Buna rağmen nasıl da inceciksin.
   -Metabolizmam hızlı benim olum, her şeyi hızlıca yakarım. Biz afro-amerikalılar fazla enerji harcarız Oscar'cığım.
   -Yatak konusunda da böyle her yola gelen bir adamsan alt ranzayı sana devrediyorum Toby'ciğim.
   -Öyle yağma yok!



   Oscar'ın yutkunmaları yavaşlarken bakışları pencereden uçtu ve ufuktaki bir noktaya daldı. Kızıl alevden parlamalar yaratan havan toplarını izledi donuk gözlerle.Bu çapraz ateşin binlerce canı aldığını bilirdi. Boğuk da olsa patlamaların sesleri ancak birkaç saniye sonra ulaşıyordu karargaha. Böyle manzaraları izlerken etrafındaki her şey bulanıklaşırdı. Gördüğü şeyin kızıllığının ne kadar vahşi olduğunu bir kez daha hatırlardı. Vahşetin rengi kırmızı mıydı oysa?



  -Bir, iki, üç, dört, beş, ... bum! Her defasında tutturuyorum sesin buraya geleceği zamanı Oscar.
  -Bu çok da karmaşık bir durum değil Toby, saymayı bilen herkes bunu yapabilir.
  -Sus köpek! Bunun hesap gerektiren bir tarafı da var. Ses hızının saniyede aldığı mesafeyi falan bulacaksın da ohoo.
  -Toby fizik mezunuyum.
  -Tamam patron. Ayrıca geçen hafta ayağından vurulan eleman enfeksiyondan gitmiş. Keşke kafasından vurulsaymış zavallı.
  -O ne demek Toby, delirdin mi?
  -Kafandan vurulmak, ayağından vurulmaktan daha az acı verir Oscar.







***





  -Oscar
  -Efendim Toby
  -Abinden haber var mı?
  -Yok.
  -Hiç merak etmiyor musun lan?
  -Ediyorum da ne yapayım ki? Kendi bileceği iş. Damien kaçmak istedi ve kaçtı, bu beni o kadar da alakadar etmiyor.
  -Haklısın haklısın. Boşver zaten gerçekten abin bile değildi.
  -O ne demek? Babamın oğlu işte. Annelerimiz farklı.
  -Babanın oğlu ama aynı zamanda annenin oğlu değil. Çok garip anasını satayım!
  -Toby bazen o kadar malca konuşuyorsun ki sana inanamıyorum.
  -Hayır yani nasıl olabilir. Babanın karısı ama aynı zamanda annen değil falan, tuhaf.
  -Boşver abimi, senin kızdan ne haber? Bozuk mu sana hala?
  -Okulda ne iyiydik oysa hatırlıyor musun onunla? Mektuplarda bile tartışmaya çalışıyor benimle şimdi. Son gönderdiğime de cevap gelmemiş zaten.
  -Bence o kızın bazı problemleri var Toby. Konfor alanına çok düşkün. Bak sana lisedeki kız arkadaşımı anlatmışım, o da böyleydi. Azıcık rahatsız olsa bir şeylerden, yaygarayı koparırdı.
  -Bilmem çok da düşünmemeye çalışıyorum. Hem geri dönebileceğimiz bile kesin değilken böyle olması daha iyidir belki de.
  -Yine bok gibi konuşuyorsun Toby. Senin bu olumsuzlamalarına deli oluyorum.
  -Seni annen olumlasın Oscar. Savaştayız ve kendimi kandırmıyorum.
  -İyi geceler Toby.
  -Nayt nayt Oscar.





   Alt ranzanın manzarası ise üst ranzanın demirleriydi Oscar için. Uyuyamamıştı, babasının oğlu olan ama aynı zamanda annesinin oğlu olmayan abisini düşünüyordu. Doğrusunu mu yapmıştı? Bir anlık cesaretle bırakıp gitmişti birliği Damien. Aranıyordu elbette, yakalanırsa sonunun ne olacağını yalnızca Tanrı bilirdi. Doğru olanı yaptığına olan inancı, bu eylemi gerçekleştirirken bir an bile tereddüte düşürmemişti onu. Oscar için abisi ve bu davranışı her zaman kafa karıştırıcı sorularla anılacaktı.





  -Toby uyumadıysan sana bir şey soracağım.
  -Uyudum Oscar, ama sor.
  -Zoruna gitmiyor mu burada kalmak? Sürekli yaklaşıyoruz sınıra farkındasın bunun değil mi?
  -Bunu sorgulamak için biraz geç kalmadın mı Oscar? Bak ben böyle şeyleri konuşmayı bıraktım artık. İlk başlarda çok yapardık bunu hatırla. Üzerine konuşunca daha iyi olmuyor. Ne olup biteceğini beraber göreceğiz.
  -Biliyorum ama ben artık hangi hayatım gerçek ayırt edemiyorum. Ne ara oradaydık ve ne ara buradayız? Hiç çocuk olmamış gibi hissediyorum bazen. Biz bir aralar çocuktuk değil mi Toby?
  -Evet öyleydik Oscar. Özellikle sen çok ağlak bir çocuktun eheh.
  -Orduya alındığımızdan bu yana kendimde bazı şeylerin köreldiğini hissediyorum.
  -Ağlayacak mısın oturup yoksa? Konuşmak istemiyorum anla şunu.
  -Tamam.


  Oscar düşüncelerinde haksız değildi. O sevgiyle büyütülmüş bir çocuktu. Güzel gördüğü çiçeklerden bir tane koparmazdı, izleyip yoluna devam ederdi. Notlarını yüksek tutup iyi bir akademisyen olmak için çalışırken, şimdi hayalini bile kuramayacağı bir yerde sefil ve rutubetliydi hali. Körelmiş miydi bu hisleri artık? Elbette körelmişti. Kolundaki açık yarayı sarmayı öğrenmişti. Hayvanları avlamayı da öyle. Ne bulursa yemeliydi ve ne görürse öldürmeliydi. Yine de taburuyla çıktığı keşif devriyelerinde yolda gördüğü çiçeklere basmazdı, yanından geçerdi.



***





  Gecenin karanlığı ve ıslanmış toprak kokusu tüm karargahı doldurmuş, bu harabe yapının pencerelerine gerilen kumaşlardan biri, içerideki havayı döndürsün diye de azıcık açık bırakılmıştı. Uykuyla uyanıklık arasında gidip gelenin sadece kendisi olmadığına emindi Oscar. Uyku tutmayan diğer erler ve ateş böcekleri de vardı orada. Ateş böcekleri ne güzeldi. Soluna dönüp yarı açık pencereye doğru daldı bakışları. Evinde olduğunu hissetmeye çalıştı. Güzel yatağında rahat bir gece geçirecekti öyle yaparsa. Göz kapakları yavaşça kapanırken halinden memnundu.

  Sabahın sessizliğini bölen ilk gümbürtü tam tepelerindeki çatıda koptuğunda başından vurulmuşa döndü. Toparlanmakla, ranzasında uyumaya devam etmek arasında o kadar kaldı ki, gecikti muhtemelen. Çünkü Oscar için, gördüğü rüyaların gerçekliği her zaman uzun gecelerine farklı bir tat katardı.

  -Bu bir rüya değil, bu tam isabet bir havan topu. Diye geçirebildi içinden son anda.

  Ne mühimmat, ne kask, ne de başka bir şeyini dahi alamadan fırladı yatağından Oscar. Toby ondan önce fırlamış olacaktı ki yıkılmak üzere olan binanın bahçesinden sesleniyordu ona.

  -Seni koca götlü hergele. Buraya gelmen ne kadar daha sürecek? Lanet olsun Oscar seni bekleyeceğim diye ölmem mi gerekiyor?
  -Geldim Toby koş sen.
  -Gerçekten de öldüğünü falan düşündüm burada kahretsin Oscar.
  -Gerçekten de kahretsin Toby.


   Nereye gittiklerini bile bilmeden sadece koşuyorlardı. Havada uçuşan uzuvlar mı daha dramatikti yoksa şarapneller mi? Havan toplarının düşeceği yerleri kestirmek o kadar zordu ki, önce şeytani  vızıltısı, sonrasında bir, iki, üç ... bum!

   -Ben şuradaki çukura gireceğim sen de buradakine gir Oscar! diye inledi Toby.

  Topların açtığı çukurlardan birine girseler, oraya tekrar düşmeyeceğini umarlardı. Öyle öğretilmişti eğitimlerde. Soluk soluğa koşarken, bunun nasıl bir gerçeklik payı olduğuna dair kısa bir matematiksel hesap yaptı Oscar kafasından, Toby bunu yapamazdı.


  -Çok saçma çok çok çok. Diye inledi Oscar da hesapları sonucunda. Çünkü mantıksızdı. Elbette bir top aynı yere ikinci kez düşebilirdi.

 Toby bu inlemenin sebebini hayatı boyunca bilemeyecekti ve o an bunu sorgulamak için en uygun an değildi. Toby, Oscar'ı geride bırakıp ilerideki çukura atladığında Oscar'ın tek seçeneği ilk çukura atlamaktı.

 Atladığı ilk çukurda bir başka erin cesediyle veya cesedinden geri kalanıyla karşılaştı. Afallamadı, hesaplarının sağlamasını yapan bu görüntü karşısında sadece sustu ve çömeldi. Çukurdaki erin önceki hayatını, ailesini ve ideallerini düşünmeye mecali dahi yoktu. Herkes gibiydi artık. Kendisi de herkes gibiydi, ne eksik ne fazla. Çukura dolan kan Oscar'ın her yanını kaplamış, sıcaklığı rahatsız edici derecedeydi. Açık gökyüzü yavaş yavaş toz ve dumanla kapanmaya başlıyordu. Gökyüzüne baktığı bir rüya olmasını isterdi bunun.

 -Bacağımı tutmasana ulan! Çe-çe-çenesinin yarısı yok bu adamın Oscar!

Haykırışı duyuldu ilerideki çukurdan. Şoka uğraşmış bir askerle aynı yere girmişti Toby anlaşılan.  Bir an "Neyse acıkırsa onu da yer" diye düşündü Oscar müzipçe.

  Önce vahşi bir vızıltı duyuldu. Oscar saydı bu kez Toby yerine, bir, iki, ... bum! Yanlış hesaplamıştı aslında. Bir saniye önce gelmesi sonucu değiştirmezdi. Delik deşik olmuş bedenindeki acıyı hissetti önce Oscar, sonra uzuvları üzerindeki kontrolünü kaybetti, mayıştı ve son yıldızı gördü üzerinde parlayan.


***


  Gördüğü rüyaların gerçekliği Oscar'ın gecelerine her zaman farklı bir tat katardı. Soğuk gecelerde sıcak iklimleri, sıcak yaz gecelerinde ise serin rüyalar görürdü. Bilinçaltının ortama verdiği mental bir tepki olarak yorumlardı bunları. Eski kız arkadaşının olduğu, bazen de çayırlarda uzanıp göklere baktıklarına ayrıca bayılırdı. Abisiyle geçirdiği yaz tatillerinden kesitleri içeren rüyaları ise en sık gördükleriydi. Denizden korkardı gerçi Oscar.





  -Sen de gelsene Oscar!
  -Ben yüzme bilmem ki abi!
  -Olsun çok da derin değil, gel ayaklarını sokarsın.
  -Ayaklarımı sokayım derken biraz açılırsak boğuluruz bak!
  -Geel ben tutarım seni.
  -Tamam geliyorum. Su sıcak, öyle değil mi?



  Bu sefer denize girdi Oscar. Tüm vücudunu kaplayan sıcaklığın yoğunluğuyla gözlerini kapattı. Suyun dışından gelen patlama sesleri şimdi daha da boğuktu ama o, orada tek başına sıcacık bir plazmanın içinde rahat ve güvendeydi.